Neye Secde Edilmeli?
Soru: Şia neden secde ederken illa da bir taş üzerine secde etmeği gerekli görüyor? Temiz olan her şeye secde etmenin ne sakıncası vardır? Ehl-i Sünnet’ten bazıları sizin bu tavrınızı bir nevi taşı kutsama, taşa taparlılık olarak nitelendiriyorlar? Özellikle sürekli yanınızda secde için bir taş parçasını bulundurmanız bu yöndeki şüpheleri daha da kuvvetlendiriyor; ne diyorsunuz bu konuda?
Cevap: Bu, mesele tek başına bir risaleyi kapsayacak kadar geniş bir konudur; ancak özet olarak şu kadarını söyleyebiliriz ki, biz Ehl-i Beyt mektebi mensuplarının yaptığı secde şekli, Hz. Resulullah(s.a.a)’ın emir ve sünnetine uygun secde şekli olmakla birlikte, selef-i salih olan ashap ve tabiinin büyüklerinin de uygulamasına da mutabıktır. Ehl-i Sünnet’in şimdiki uygulaması ise, bu hususta yapılan bir içtihattır. Oysa, ibadetin asıl teşrii, tevkifi (Allah’ın emriyle) olduğu gibi, şekli de tevkifidir. Yani, hiçbir kimse, içtihatla ibadet teşri edemeyeceği gibi, ibadetin şeklini de içtihatla belirleyemez; bu husus tümüyle Allah Teâlâ’nın emri ve Resulü’nün açıklamasına tabidir. Ancak bundan haberdar olmayan insanlar, kendi bilinçsizliklerine üzülecekleri yerde, sünnete uygun secde yapan Ehl-i Beyt dostlarını taşa tapmakla suçluyorlar.
Onlara sormak lazım. Acaba Hz. Resulullah (s.a.a) ile birlikte öğle namazını kılarken sıcağın şiddetinden bir avuç çakıl taşını elinde serinleterek üzerine secde eden Cabir bin Abdullah da mı taşa tapıyordu?![11] Üzerine secde etmesi için Merve dağı taşlarından düz bir parçanın kendisine gönderilmesini isteyen Ali bin Abdullah bin Abbâs da mı taşa tapıyordu?![12] Gemiyle yolculuğa çıktığında üzerine secde etmesi için kendisiyle birlikte bir tuğla parçası götüren Masruk bin Acda’ da mi taşa tapıyordu?![13] Secdeye giderken alnını üzerine koyacağı çakıl taşlarını eliyle düzenleyen Abdullah bin Ömer de mi taşa tapıyordu?![14] Aslında bu mantığa göre bütün ashabı taşa tapmakla suçlamamız gerekir! Çünkü onların hepsi bunu yapıyordu.[15] Hatta daha ötesi, haşa Hz. Resulullah(s.a.a)’ı da şirkle itham etmemiz lazım! Çünkü o Hazret’in de bütün secdeleri toprak, çakıl taşlar veya hasır gibi yerden çıkan insanın tüketmediği bitkilerden hazırlanan sergiler üzerine olmuş ve Hazret bu sünnetinden, hatta yağmurlu, sıcak veya soğuk günlerde bile vazgeçmemiştir. Ümm-ül Mu’minin Âişe diyor ki: “Ben Hz. Resulullah(s.a.a)’ın secde ederken her hangi bir şeyle alnını yere (toprağa) değmekten önlediğini görmedim.”[16] Yine Ehl-i Sünnet’in muteber hadisçilerinin naklettiği bir hadiste şöyle geçer: Ebu Said Hudri’den; dedi ki: “Ben Resulullah(s.a.a)’ın çamur üzerine secde ettiğini gördüm. Öyle ki, çamur Hazret’in alnında iz bırakmıştı.”[17] Ebu Hureyre ve İbn-i Abbâs da aynı şeyi nakletmişlerdir. Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Hz. Resulullah taş üzerine secde etti.”[18] Yine Vâil diyor: “Ben gördüm ki, Hz. Resulullah secde ederken alnını ve burnunu yere koyardı.”[19] Yine Rufâa bin Râfi, merfu olarak naklettiği bir hadiste şöyle demiştir: “Sonra Hazret tekbir getirirdi. Secdeye gittiğinde de alnını yere (toprağa) ulaştırır ve organlarının hareketten durmasına kadar secdede kalırdı.”[20]
Yine İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Ümm-ül Mu’minin Âişe, Ümm-ü Seleme, Meymune, Enes bin Mâlik, Ümm-ü Eymen ve diğerlerinin naklettikleri hadislerde Hz. Resulullah(s.a.a)’ın hurma lifinden örülen bir hasır parçası üzerinde namaz kılıp secde ettiği de geçmektedir.[21]
Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Ben soğuk bir günün sabahında Hz. Resulullah(s.a.a)’ı beyaz bir ridayla namaz kılarken gördüm. Ridasıyla el ve ayaklarını yerin soğuğundan korumaya çalışıyordu.”[22]
Dikkat ediyor musunuz? Hazret elbisesiyle ayaklarını ve ellerini soğuğa karşı korumaya çalışırken, alnını soğuktan korumak için hiçbir önlem almıyor.
Yine İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Yağmurlu bir günde Resulullah(s.a.a)’ı namaz kılarken gördüm. Secde ederken üzerindeki ridayı eliyle yer arasında fasıla kılıyor ve bu vesileyle çamurdan korunmaya çalışıyordu.”[23]
Bu hadiste de Hazret’in elinin çamura bulaşmaması için tedbir aldığından bahsedilirken, alnı için herhangi bir tedbir aldığından söz edilmiyor.
Yine Abdullah bin Abdurrahman şöyle demiştir: “Resulullah yanımıza geldi ve bizimle birlikte “Benî Abd-ül A’şel” camiinde namaz kıldı. Bu arada ben o Hazret’in namaz halinde elini elbisesinin üzerine koyduğunu gördüm.”[24] Bu hadiste de aynı şeyden bahsedilmektedir.
Yine Enes bin Mâlik şöyle demiştir: “Peygamber-i Ekrem(s.a.a) insanların en güzel ahlaklısıydı. Bazen evimizdeyken namaz vakti oluyordu. O zaman altındaki sergiyi süpürüp su serpmesini emrediyor ve sonra da biz Hazret’in imamlığında namaz kılıyorduk. Sergileri de hurma lifinden örülen sergilerdi.”[25]
Bu ve benzeri hadislerden de insanın tüketmediği bir bitkiden hazırlanan sergi üzerine de secde etmenin câiz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Resulullah(s.a.a)’ın uygulaması bu doğrultuda olmuştur.
Yine Enes bin Mâlik şöyle demiştir: “Sonra ben eskiliğinden siyahlaşmış olan bir hasırı temin edip üzerine su serptim. Resulullah onun üzerinde durdu ve bize namaz kıldırdı.”[26]
Çeşitli tariklerle nakledilmiş olan bu hadislerden de aynı şey anlaşılmaktadır. Burada, Hz. Resulullah’ın ve ashabının secdelerini, yer, taş ve insan tarafından tüketilmeyen bitkilerden üretilen hasır gibi sergiler üzerine yapmalarının, bunların üzerine secde etmenin şart olduğundan dolayı değil, belki de o dönemlerde başka bir seçeneklerinin olmadığından böyle yapmış oldukları ihtimali akla gelebilir. Ancak bu ihtimale itibar edemeyiz. Çünkü bu ihtimal, bu şekilde secde etmeği ister mukim olsun, ister seferi, bütün hayatları boyunca sürdüren ashabın ve tabiinin bu davranışlarını tevcih etmekten acizdir. Zira bu davranış, onların bu şekilde secde etmeği imkansızlıktan değil, bizatihi kasıtlı olarak tercih ettiklerini göstermektedir. Üstelik ashap ve tabiinin kendileri bu şekilde secde etmenin gerekli olduğuna ve böyle yapılmayan secdenin sahih olmadığına açıkça fetva da vermişlerdir. Bizim bu konuyu burada derinliğine açmamız imkansızdır. Ama örnek olsun diye bazı ashap ve tabiinin amel ve fetvalarına değinmeğe çalışacağız:
Mesela, Ebu Ümeyye diyor ki: “Ebu Bekir yer üzerine secde eder veya namaz kılardı”[27] Bu hadisin söz akışından, Ebu Bekir’in ömrü boyunca böyle yaptığı anlaşılmaktadır.
Yine Ebu Ubeyde şöyle nakletmiştir: “İbn-i Mesud yerin üzerinden gayrisine secde etmez veya namaz kılmazdı.”[28] Bu hadis için de aynı şey söz konusudur.
Öte yandan İbn-i Abbâs buna da yetinmemiş, bizatihi böyle secde etmenin gerektiğine açıkça fetvâ da vermiştir; İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Kim, namaz kılarken burnunu alnıyla birlikte yere (toprak ve yerden sayılan taş gibi şeylere) değdirmezse, namazı kifayet etmez.”[29]
Yine Ubade bin Sabit’in de ısrarla bu sünnete uyduğu ilgili kaynaklarda yer almıştır. Bir hadiste şöyle geçer: “Ubâde bin Sâbit namaz kılmak isteyince sarığını alnından kaldırırdı.”[30] Bu hadisten de Ubâde bin Sabit’in bu işi, alnın yere veya hasır gibi üzerine secde etmenin câiz olduğu şeye değmesi için yaptığı anlaşılmaktadır.
Abdullah bin Ömer’in de secdelerini bu şekilde yerine getirdiği kaydedilmiş, hatta onun elini de alnını koyduğu şeyin üzerine koyduğu nakledilmiştir. Nâfi şöyle diyor: “Ben çok soğuk bir günde onun secde ettiği çakıl taşları üzerine koymak üzere elini cubbesinden dışarı çıkardığını gördüm.”[31]
Tabiine gelince, onlar da aynı sünneti sürdürmüşlerdir. Biz bu hususta da sadece birkaç örnek vermekle yetineceğiz. İlgili kaynaklarda tabiinin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Masruk bin Acda’nın gemide bile yerden gayrisine secde etmeği câiz görmediği yer almıştır.[32] Peki Masruk’un bu fetvayı imkansızlıktan dolayı verdiği söylenebilir mi?
Yine Kûfe’nin fakihi İbrahim-i Nahaî’nin, namaz kılarken hasırın üzerinde durduğu, secdelerini ise yere yaptığı, bize ulaşan kesin bilgilerdendir.[33] İbrâhim-i Nahaî’nin imkansızlıktan dolayı böyle yaptığı kabul edilebilir mi? Bakınız o hasıra bile iktifa etmiyor ve secde ederken alnının bizatihi yere değmesini tercih ediyor. O böyle yapıyor; çünkü biliyor ki, secdenin yerin üzerine olması daha faziletlidir ve Allah karşısında tevazu ve küçülmenin son derecesi olan secdenin mahiyetine daha uygundur.
Yine İbn-i Abbâs’ın öğrencisi Atâ, her halükârda yer üzerine secde etmenin gerekli olduğuna fetvâ vermiştir. İbn-i Cureyh diyor; ben Atâ’ya “İnsanın şilte veya hasır parçası üzerine secde etmesi câiz midir?” diye sordum. Atâ: “Eğer alnının ve elinin altında olmazsa, dizini onun üzerine koysa bile secdesinde bir sakınca yoktur. Çünkü yüzünü yere koymaktadır” cevabını verdi.”[34] Atâ’nın bu fetvası da aynı gerçeği gözler önüne sermektedir.
Yine Karilerin ve tabiinin büyüklerinden biri olan Ubeydet-ül Selmânî de aynı görüş üzereydi. İbn-i Sîrîn diyor; “Benim alnım yaralanmıştı, dolayısıyla da onun üzerini sarmıştım. Bu arada Ubeydet-ül Selmani’ye o sarığın üzerine secde edip edemeyeceğimi sordum. Ubeyde: “Hayır o sarığı kaldırmalısın” dedi.”[35]
Keza Urve bin Zubeyr’in yerden gayri bir şeyin üzerine secde etmekten sakındığı rivâyet edilmiştir.[36]
Açıktır ki, mezkur ihtimal ashap ve tabiinin bir ömür boyu sürekli olarak yaptığı bu amellerini tevcih etmekten âciz kaldığı gibi, bunun gerekli olduğuna ve aksinin câiz olmadığına dair olan fetvaları, onların bu icraatlarını yukarıda işaret edilen ve benzeri nedenlerle değil, aksine ellerinde onları buna mülzem kılan şer’î bir gerekçenin olduğunu göstermektedir. Peki o şer’î gerekçe neydi? Açıktır ki, Hz. Resulullah(s.a.a)’ın icraatı ve sünneti bu hususa gerekçe teşkil etmeye yeterlidir. Çünkü o Hazret’in sünnet ve icraatı da Müslümanlara şer’î gerekçe teşkil etmektedir. Allah-u Teâlâ, Allah’ı ve âhiret günündeki saadeti dileyenler için o Hazret’in en güzel örnek teşkil ettiğini ve neyi getirmişse ona uymalarının zorunlu olduğunu bildirmiştir.[37] Özellikle de konu şer’î bir konu olup o Hazret de: “Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de o şekilde namaz kılın”[38] buyurmuştur. İlaveten, Hazret yalnızca bu icraatıyla iktifa etmemiş ve ilahi bir elçi olarak bizatihi secdenin bu şekilde yapılması gerektiği doğrultusunda sözlü açıklamalarda bulunmuş ve emretmiştir. Bizim, o Hazret’in bu doğrultuda olan açıklama ve emirlerinin tamamına burada yer vermemiz imkansızdır. Dolayısıyla sadece birkaç örnek vermekle yetinip, size ilgili geniş kaynaklara müracaat etmeyi tavsiye edeceğiz.
Hazret’in bu husustaki sözlü açıklama ve emirlerini birkaç bölüme ayırabiliriz:
a)-Çakıl üzerine secde eden Müslümanlar, yakıcı sıcaktan dolayı çakıl üzerine secde etmelerinin zorluğunu Hazret’e şikayet ediyorlar. Ama Hazret onların bu şikayetlerini görmezlikten geliyor ve onlara: “Elbisenizle veya benzeri bir şeyle alnınızı ve elinizi sıcaktan koruyabilirsiniz” demiyor. Oysa bu hususta müsaade gelse bile bu, mutlak cevâz anlamına gelmemektedir ve sadece zaruret halinde câiz olduğunu ispat edebilir. Nitekim ileride zaruret halinde buna müsaade edildiğini göreceğiz. Ashabın şikayeti hususunda bir çok hadis vardır. Biz sadece ikisini zikretmekle yetineceğiz:
1-Beyhakî, Habbab bin Ert’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Şiddetli sıcaklık nedeniyle secde halinde alın ve ellerimizin yanmasını Peygamber’e şikayet ettik, fakat Hazret şikayetimizi kabul etmedi.”[39]
2-İbn-i Mes’ud dedi ki: “Biz yakıcı sıcaklıktan dolayı Hz. Peygamber’e şikayette bulunduk, ama Hazret bizim şikayetimizi kabul etmedi.”[40] Ehl-i Sünnet’in önde gelen alimlerinden olan İbn-i Esir “En- Nihâye” adlı kitabında yukarıda naklettiğimiz Habbâb’ın hadisini naklettikten sonra şunları kaydediyor: “Fakihler bu hadisi secdeler bölümünde zikrediyorlar. Çünkü ashap, sıcaklığın şiddetinden secde ederken elbiselerinin kenarlarını alınlarının altına koyuyorlardı. Ama bu eylemden men’ edildiler. Çünkü onlar çakıl üzerine secde etmelerinden duydukları zahmeti Resulullah(s.a.a)’a şikayet edince, onlara elbiselerinin kenarları üzerine secde etmeye müsaade edilmedi.” Ben diyorum ki, bu hadislerden elbise dışındaki başka bir şeyle de alnın yere değmesini önlemenin câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü eğer bu câiz olsaydı, Hazret ashaba evlerinden getirecekleri deri veya elbise parçası gibi başka bir şeyle alınlarını sıcaktan koruma izni verirdi. Oysa bu hadislerde böyle bir şeye cevaz verildiğinden bahsedilmiyor.
b)-Hz. Resulullah (s.a.a), secde ederken alınlarının toprağa değmesinden korunmaya çalışan ashaba alınlarını toprağa koymalarını emrediyor. Bu hususta da birçok hadis gelmiştir. Biz onlardan sadece birkaçına değineceğiz:
1- Hâlid-ül Cuhenî şöyle demiştir: “Peygamber-i Ekrem(s.a.a) Suhayb’in secde ederken güya topraktan korunmaya çalıştığını görünce, ona: “Ey Suhayb yüzünü (alnını) toprak üzerine koy” buyurdu.[41]
2-Ümm-ül Mü’minin Ümm-ü Seleme şöyle demiştir: “Peygamber-i Ekrem(s.a.a), ismi Aflah olan bir hizmetçimizin secde ederken yeri üflediğini görünce ona: “Ey Aflah alnını toprağa koy” buyurdu.”[42]
3-Bir hadiste şöyle nakletmiştir: “Hz. Resulullah(s.a.a) Muaz’a: “Secde ederken yüzünü (alnını) toprağa bulaştır” buyurdu.”[43]
4-Ebu Sâlih diyor; ben Ümm-ü Seleme’nin yanına gittim. Bu arada onun kardeşinin oğlu da geldi ve onun evinde iki rekat namaz kıldı. Ancak secde ederken toprağı üfleyince, Ümm-ü Seleme ona: “Ey kardeşimin oğlu, toprağı üfleme. Çünkü ben Hz. Resulullah(s.a.a)’ın, Yesâr ismindeki hizmetçisinin secde ederken toprağı üflediğinde ona: “Allah için yüzünü (alnını) toprağa koy” buyurduğunu duydum” dedi.[44] Görüldüğü üzere bu hadislerde secde ederken alnın yere koyulmasına ilaveten yerdeki tozun üflenmesinden bile sakınılmasına emredilmiştir.
c)-Hz. Resulullah (s.a.a) secde ederken sarığın alnın üzerinden kaldırılmasını emrediyor. Bu hususta da çok sayıda hadis gelmiştir. Biz onların bir kaçını örnek olarak zikredeceğiz:
1-Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Sizden biri namaz kıldığınızda sarığını yüzünden (alnından) kaldırsın. Yani sarığı üzerine secde etmesin.”[45]
2-Sâlih bin Havân-üs Sebaî şöyle demiştir: “Hz. Resulullah(s.a.a) bir kişinin yanında namaz kıldığını gördü. O adam alnına sarık sarmıştı. Hazret onun sarığını alnından kaldırdı.”[46]
3-Ayaz bin Abdullah El-Kureyşî şöyle demiştir: “Hz. Resulullah(s.a.a) bir kişinin sarığının üzerine secde ettiğini görünce eliyle alnına işaret ederek, sarığını alnından kaldırmasını emretti.”[47]
4-Bir hadiste şöyle geçer: “Hz. Resulullah (s.a.a) secde ederken alnından sarığı kaldırırdı.”[48] Bu hadislerden Peygamber-i Ekrem’in zamanında toprağın üzerine secde edilmesinin lüzumunun oldukça kesin ve bilinen bir şey olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Müslümanlardan biri secde ederken alnını sarığın bir parçası üzerine koyarak toprağın üzerine secde etmekten sakınınca, hemen Peygamber-i Ekrem(s.a.a) tarafından uyarılır ve ona doğru secde şekli öğretiliyordu. Oysa eğer sarığın bir parçası gibi her şeyin üzerine secde etmek câiz olsaydı, kesinlikle Hazret onları bundan alıkoymazdı.
d)-Hz. Resulullah (s.a.a) secde ederken alnın ve burnun iyice yere (toprağa) koyulmasını emretmiştir. Bu hususta da çok sayıda hadis gelmiştir. Biz onlardan sadece ikisini zikretmekle yetineceğiz:
1-Peygamber-i Ekrem(s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden biri namaz kıldığında kibirinin çıkması için alnını ve burnunu iyice yere (toprağa) yapıştırsın.”[49]
2-İbn-i Abbâs şöyle demiştir: “Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Secde ettiğinde alnını ve burnunu iyice yerin (toprağın) üzerine koy.”[50] Bu ve benzeri hadisler de secde ederken alnın yerin üzerine koyulmasının gerektiğini açıkça göstermektedir.
e)-Hz. Resulullah (s.a.a) yeryüzünün kendisi ve ümmeti için secdegâh ve temizleyici kılındığını açıklıyor. Bu alanda da Hazret’den çok sayıda hadis nakledilmiştir. Biz bu hadislerden de sadece bir kaçına değinmekle yetineceğiz:
1-Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzü benim için secdegah ve temizleyici kılınmıştır.”[51]
2-Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünün tamamı bizler için secdegâh ve temizleyici kılınmıştır.”[52]
3-Hz. Resulullah’tan (s.a.a) yine şöyle nakledilmiştir: “Yeryüzü bana temiz, temizleyici ve secdegâh kılınmıştır.”[53]
Bütün muteber kaynaklarda tevatür haddinde nakledilen bu hadislerle iki hüküm beyan edilmiştir: Birincisi yerin temizleyici oluşu, yani su bulunmayan veya suyun kullanılmasının sakıncalı olduğu yerlerde abdesti gerektiren konularda yere teyemmüm edilebileceği hükmüdür. İkincisi ise, yerin secdegâh oluşudur. Dolayısıyla bu hadislerden şu sonuç çıkar: Secde ancak teyemmümün câiz olduğu şeyin üzerine yapılabilir. Açıktır ki, teyemmüm ancak yerin üzerine yapılabilir. O halde secde de ancak yerin üzerine yapılabilir. Ve nasıl ki elbise ve halı gibi şeylerin üzerine teyemmüm etmek doğru değilse, bu hadisler gereğince secde de aynı hükmü taşımaktadır.
Elbette, sonradan, Hz. Resulullah (s.a.a) gelen ruhsat üzere, şiddetli sıcaklık veya soğukluk gibi zaruret hallerinde ashabın elbiseleri üzerine secde etmelerine de izin vermiştir. Bu husustaki hadisler de çok fazladır. Ancak sözün fazla uzamaması için biz onları nakletmekten sakınıyoruz. O halde zaruret hali dışında yer üzerine ve yerden sayılan insanın tüketmediği bitkilerden hazırlanan sergiler üzerine secde etmek gerekmektedir. Zaten Ehl-i Beyt mektebinin bağlıları olarak bizlerin de hem amelimiz bu yöndedir hem de fetvalarımız. O halde, konu sizin sandığınız gibi basit olmadığı gibi, ne olursa olsun temiz bir şeyin üzerine secde etmekten ibaret de değildir. Hayır secde yere olmalıdır. Yer de toprak, taş ve bitkilerden ibarettir. Yok, eğer siz Hz. Resulullah’ın bu sünneti ve açıklamalarına rağmen, başka bir mantık ortaya koymak istiyorsanız ve Allah’ın maksadının, ne olursa olsun temiz bir şey üzerine secde etmekti, Resulullah’ın (s.a.a) yer üzerinde ısrar etmesini de haşa anlamsız buluyorsanız, söyleyecek bir sözümüz kalmaz. Çünkü biliyoruz ki, bu mantık sahipleri bizatihi Hz. Resulullah(s.a.a)’ın kendi döneminde bile olmuş ve o Hazret’in gözünün içine baka baka; “Sen hata yapıyorsun; Allah’ın maksadı bu değildir” diyebilmişlerdir. Hudeybiye anlaşmasında o Hazret’e: “Sen bu anlaşmayla mü’minleri zelil ettin” anlamına gelen sözleri sarf etmediler mi?! Veya Hazret’in Abdullah bin Ubeyy’e namaz kılmak istediğinde, sanki Allah Resulü kendine inen Kur’ân’ın anlamını bilmiyor da o zatlar biliyormuşcasına, küstahça Hazret’in yakasından çekerek; “Allah seni münafıklara namaz kılmaktan men etmemiş midir?” demediler mi?! Yahut Hazret’in son anlarında yanında bulunan ashabına: “Bana bir kalem ve sayfa getirin, size öyle bir şey yazdırayım ki, benden sonra asla sapıklığa düşmeyesiniz” buyurduğunda; “Bize Allah’ın kitabı yeter, bırakın onu, ona hastalığı galebe çalmış, ne söylediğinin farkında değildir” söylemediler mi?! Ancak kesin olan bir şey var; o da Allah-u Teâlâ’nın bu mantığı kabul etmediğidir. Allah-u Teâlâ: “Resul size ne verirse onu alın, neden sakındırırsa da ondan elinizi çekin”[54] ve “Allah ve Resulü bir işi emrettikleri zaman, mümin erkek ve kadınların kendi isteklerine göre hareket etme hakları yoktur.”[55] buyuruyor. Her neyse, sanıyorum bu konuyu biraz fazla irdeledik. En iyisi bu konuyu Ehl-i Beyt İmâmları’ndan nakledilen bir hadisle kapatalım:
Hişâm bin Hakem diyor; ben Hz. İmâm Sâdık’a(a.s) nelerin üzerine secde etmenin câiz olduğunu sorduğumda, İmâm (a.s) şu cevabı verdi: “Secde sadece yere ve yenilen ve giyilenleri hariç, yerden bitenlerin üzerine câizdir.” Ben: “Fedan olayım, bunun sebebi nedir?” dedim. Hazret şöyle buyurdu: “Çünkü secde etmek Allah karşısında huzu etmek ve küçülmek demektir. Bu yüzden de yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek doğru değildir. Zira dünya oğulları, (düşkünleri) yedikleri ve giydikleri şeylerin kullarıdırlar. Halbuki secde eden, secde anında Allah’a kulluk etmektedir. Dolayısıyla da ona secde halinde dünyaya aldanmış olan dünya uşaklarının mabudu olan şeylerin üzerine alnını koyması doğru olmaz. Alnını yere koyması ise daha efdaldir. Çünkü bu, Allah’a karşı tevazu ve küçüklüğünü göstermek için daha uygundur.”[56]
Diğerleri ne diyor ve nasıl yorumluyorlarsa yorumlasınlar, biz, Hz. Resulullah (s.a.a), Ehl-i Beyt’i ve ashabının büyüklerine uyarak, yere ve yerden biten yenilmeyen ve giyilmeyen, kısacası maddi değeri olmayan ve yerden sayılan şeylerin üzerine secde ediyoruz. Zaten Hz. Resulullah(s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları’nın da değindiği gibi, Allah karşısında küçülmenin nihayet derecesi olan secde etmenin kendisi de bunu iktiza etmektedir. Bu zamanda da artık camiler birbirinden güzel ve pahalı sergilerle döşendiği için, ya yanımızda insanın tüketmediği bitkilerden hazırlanan seccadeler bulundurur ve onun üzerine secde ederiz, ya da küçük bir toprak parçasını yanımızda taşır ve secde ederken alnımızı onun üzerine koymakla Cenab-ı Hak karşısında nihayet derece tevazu ve küçüklüğümüzü sergileriz.
1-Ebu Hureyre ve diğer bir çok râvî hakkında detaylı bilgi sahibi olmak istiyorsanız, büyük Ehl-i Sünnet âlimi Mahmud Ebu Reyye’nin Ebu Hureyre isimli kitabına veya aynı yazarın Yöneliş Yayınları tarafından yayınlanan “Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması” isimli eserine mürâcaât edebilirsiniz.
2-Bu zat, Resulullah’ın zamanında Allah Resulü’ne açıkça karşı gelmiş, Resulullah’tan sonra Muâviye’den aldığı altın keselerine karşılık, Ehl-i Beyt ve özellikle Hz. Ali aleyhinde ve Beni Ümeyye lehinde onlarca hadis uydurmuş, valiliği zamanında yüzlerce insanı hunharca katlettirmiştir. Ehl-i Sünnet kaynakları böyle bir insandan dahi hadis nakletmişlerdir.
3-Sonraları Haricilerin ileri gelenlerinden olan bu adam bakın Hz. Ali’nin (a.s) katili İbn-i Mülcem’in medhinde ne söylüyor: ” Ne muhteşem bir darbeydi o muttaki insanın vurduğu darbe! (İbn-i Mülcemin Hz. Ali’ye vurduğu darbeden bahsediyor.) Bana sorarsanız, ben bu darbenin sevabını insin cinnin ibadetine bedel biliyorum. İşte böyle bir alçaktan dahi Buhari hadis naklediyor.
4-Kerbela’da İmâm Hüseyn’e karşı savaşan Benî Ümeyye ordusunun baş komutanı olan bu zat sahabi Sa’d b. Vakkas’ın oğludur. Evet şaşırmayın, böyle bir câniden dahi hadis nakletmişlerdir!!
5-Sünnî kaynaklarda Muâviye’den 163 hadis nakledilmiştir!!
6-Necm Sûresi, 3-4.
7-Haşr Sûresi, 7.
8-Nisâ Sûresi, 59.
9-Ahzap Sûresi, 36.
10-Bu sözleri mesnetsiz birer iddia sanmayasınız diye şu cümleleri dikkatinize sunuyorum; büyük Sünni âlim Amidi şöyle yazıyor El-Ahkâm kitabında: “Ulema arasında tartışılan bir konu da şudur: Acaba Kur’ân’ın açık hükmü bulunmadığı yerlerde Peygamber (s.a.a) kendi re’y ve içtihadına göre mi amel ediyordu, yoksa…?”
Ahmet bin Hanbel, Kadı Ebu Yusuf, İmâm Şafii ve diğer bir çok Şafii alimi, Kadı Abdülcabbar, Ebu Hüseyin Basri, açık bir Kur’anî ayet bulunmadığı yerlerde Allah Rersulü’nün kendi içtihad ve re’yine göre amel ettiği görüşünü benimsemişlerdir… Sonra şöyle devam ediyor Amidi: “Biz de aynı görüşteyiz; zira bu hem aklen mümkündür hem de bu şekilde içtihad Peygamber’den nakledilmiştir!!” (El-Ahkam, C.4, S.134)
Kitabın başka bir yerindeyse şöyle diyor: “Peygamber’in içtihad yaptığını söyleyenler şu noktada ihtilaf etmişlerdi ki, acaba Peygamber’in, yaptığı içtihadda hata yapması da mümkün müdür?
Bazıları Peygamber’in içtihadında hata yapmasının mümkün olmadığını savunmuşlarsa da bizim ashabımızın (mezhep mensuplarımızın) çoğu, Hambeliler, hadis ehli, Cibâî ve Mutezile’den bir grup Peygamber’in (s.a.a) içtihadında hata yapabileceği kanısındalar.” (El-Ahkam, C.4, S.290)
Afganlı alim Doktor Musa Tevânâ, el-Ezher için yazdığı ve mümtaz dereceyle kabul edilen “El-İçtihad…” adlı tezinde: “İslâm’da içtihad olgusu bizzat Resulullah’ın kendisiyle başlamıştır. Peygamber (s.a.a) risaletin tebliğiyle ilgili olmayan konularda içtihad yapıyordu” diyor ve hurmaların aşılanması olayını delil gösteriyor.
Şeyh Muhammed Abduh’un bu konudaki görüşü ise şöyledir: “Bizim Peygamber’imiz ve diğer Peygamberlerin vahiy olmayan yerlerde içtihad da yaptıkları hatta içtihadlarında hata yaptıkları vakidir. Evet bütün müslümanların ittifak ettikleri husus vahyin tebliği, beyanı ve ona amel konusunda Peygamberlerin masum oluşudur. Bunu (Peygamberlerin hatalı içtihadını) tevit eden delil, Talha’nın “Hurmaları aşılama konusunda” naklettiği hadistir.” (El-Menâr Tefsiri, C.10, S.465-466)
Yine Sünnî camianın meşhur kelamcılarından Fâzıl Kuşcî, ikinci halifenin mut’ayı nehyettiği ve bu konuda Peygamber’e muhalefet edip etmediğinden bahsederken şöyle diyor: “Ömer’in bu konuda Resulullah’a muhalif kalması kesinlikle eleştirilemez. Zira içtihâdî konularda bir müçtehidin diğer bir müçtehide muhalefeti yeni bir şey değildir!!” (Şerh-i Tecrîd kitabı, İmâmet bölümü)
Ve bilahare Kâz-il Kuzât “El-Muğnî” adlı eserinde şöyle yazıyor: “Peygamber (s.a.a) dünyevi işlerde ve olaylarda kendi içtihâdına dayanarak hüküm veriyordu. Onun bütün hükümlerini, emir ve nehiylerini şerî konularda olduğu gibi vahye dayandırmamıza gerek yoktur. Sonra şöyle ekliyor: “Peygamber vefat ettikten sonra, başka müçtehidlerin onun içtihâdına muhalefet etmeleri de câizdir; gerçi yaşadığı zamanda onun içtihadı başkalarınkinden daha iyidir.” Sonra şöyle devam ediyor: “Aslında Ömer’in (Resulullah’ın emrine rağmen) Üsâme ordusuna katılmaktan çekinmesi de işte böyle bir içtihâttan kaynaklanmıştır. Zira onun teşhisine göre o şartlarda onun orduya katılmaması katılmasından daha önemliydi.” (Şerh-i Nehc-ül Belağa, El-Muğnî’den naklen, C.17, S.176)
11-Sünnî kaynaklarda sık-sık “Muvafıkat-ı Ömer” diye bir unvanla karşılaşıyoruz; bunun anlamı şudur; güya bir çok defa (ki bunun sayısını İbn-i Hazm ve Suyuti yirminin üzerine çıkarmışlardır) Resulullah ile Ömer b. Hattap arasında bazı konularda ihtilaf çıkmış; ancak sonradan Allah-u Teâlâ Resulullah’ın değil Ömer’in görüşüne uygun vahiy indirmiştir.
12-Bu konuda örnek olarak “Hüdeybiye antlaşması” ve “Üsâme Ordusu”yla ile ilgili belgeleri, yine “Perşembe günü musibeti” diye meşhur olan ve Buhârî ve Müslim başta olmak üzere bir çok kaynakta nakledilen hadisi incelemenizi öneriyorum. O hadiste kısaca şöyle nakledilmiştir: Allah Resulü (s.a.a) ölüm döşeğinde yattığı bir Perşembe gününde yanında bulunan sahabesine “Bana kağıt kalem getirin; size öyle bir şey yazayım ki benden sonra asla dalalete düşmeyesiniz” buyurmuş, ancak orada bulunan bazıları “Şu adam (hâşâ) sayıklıyor veya hastalığın etkisinde kalmış (ne söylediğini bilmiyor); Kur’ân bize yeterdir!” diyerek buna engel olmuştur. Sonraları bu olaydan bahseden İbn-i Abbâs göz yaşlarına boğularak “Ne kötü bir musibetti, Perşembe gününün musibeti; Ümmetin o büyük nimetten mahrum bırakıldığı gün ..” diye teessüf ve hüznünü dile getirmiştir.
13-Bir önceki dipnota bakın.
14-Âl-i İmrân, 64.
15-Zumer, 17-18.
16-Takıyyeyle ilgili şu âyetlere ve tefsirine bakabilirsiniz: Âl-i İmrân, 27, Nahl, 106, Mu’min, 28.
17-Ehl-i Sünnet’in “Ricâl” âlimlerinin bu râviler hakkındaki görüşleri için sırasıyla aşağıdaki kaynaklara baş vurabilirsiniz:
1-Tehzib-üt Tehzib, C.1, S.44.
2-Tehzib-üt Tehzib, C.11, S.382.
3-Tehzib-üt Tehzib, C.8, S.27.
4-Tehzib-üt Tehzib, C.4, S.106.
5-Mizân-ül İ’tidâl, C.4, S.336.
6-Tehzib-üt Tehzib, C.6, S.359, Mizân-ül İ’tidâl, C.2, S.656, Tekrib-üt Tehzib, C.1, S.520.
7-Tehzib-üt Tehzib, C.5, S.268.
8-Müzân-ül İ’tidâl, C.4, S.298, Tehzib-üt Tehzib, C.11, S.37.
9-El-Kâmil-u Fiz-Zuâfa, C.4, S.124, Mizan-ül İ’tidâl, C.2, S.521-252, Tehzib-üt Tehzib, C.6, S.66-67.
10-Tehzib-üt Tehzib, C.10, S.324.
11-Tehzib-üt Tehzib, C.7, S. 280.
12-Tehzib-üt Tehzib, C.7, S.216, El-Ensab, Cüheni maddesi, Hüsn-ül Muhazara, C.1, S.585, Et-Tabakât, C.3, S. 259.
13-Ez-Zuafa-üs Sağir, No: 469, Kitab-ül Mecruhin, C.2, S.130, Ez-Zuafa-ül Kebir, No: 1444, Mizân-ül İ’tidâl, C.3, S.73, El-Ensab (Horasanî), C.2, S.337.
14-Mizân-ül İ’tidâl, C.3, S.662, El-Muğni Fiz-Zuafa,C.2,S.194, Tabakât-ül Huffâz, No: 144
15-Tehzib-üt Tehzib, C.6, S.161.
16-Tehzib-üt Tehzib, C.3, S.342.
17-Tehzib-üt Tehzib, C.3, S.269.
18-İhyâ-ül Ulum, C.4, S.346, Tabakât-ül Kübrâ, C.1, S.546, El-İsâbe, C.4, S.379, Tehzib-üt Tehzib, C.2, S.127.
19-Tehzib-üt Tehzib, C.7, S.353, Takrib-üt Tehzib, C.2, S.48.
20-Tehzib-üt Tehzib, C.10, S.368.
21-Tehzib-üt Tehzib, C.6, S.82.
18-Bu konudaki rivâyetler için şu kaynaklara bakılabilir: Tabakât (İbn-i Sa’d), C.8, S.462-465, Ez-Zürriyyet-üt Tâhira (Dulâbî), S.157-165, Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nişâburî), C.3, S.142, Es-Sünen-ül Kübrâ (Beyhakî), C.7, S.63-64-114, Târih-i Bağdâd (Hatib), C.6, S.182, El-İstiâb (İbn-u Abd-il Birr), C.4, S.1954, Üsd-ül Ğâbe (İbn-i Esir), C.5, S.614, El-İsâbe (İbn-i Hacer), C.4, S.469.
19-İş bu cenaze namazı da bir çok şüpheli ve çelişkili ifadelerle doludur; hem cenaze namazını kılanlar, hem de namazın kılınış keyfiyeti açısından. Bazı rivâyetler namazı Abdullah b. Ömer’in kıldırdığını söylüyor , bazısı Said b. Âs’ın, bazısı ise Sa’d b. Vakkas’ın. Ne kadar ilginçtir değil mi?! Resulullah’ın göz nurları ilim varisleri, cennet gençlerinin efendileri orada dururken, kendi kız kardeşlerinin namazını hiçbir fazilette onlarla kıyaslanamayacak kimseler kıldırıyorlar, hem de dört tekbirle!! Halbuki cenaze namazının dört tekbirle kıldırılışının Resulullah ve Ehli Beyt’in görüş ve uygulamalarına ters düştüğünü ve bunun 2. Halife zamanında uygulamaya geçtiğini kaynaklarla ilgilenen her münsif araştırmacı teslim ediyor. Evet bir taşla iki kuş (hatta birkaç kuş) vurmanın bir örneği de bu olsa gerek!
Cenaze namazının Resulullah zamanında beş tekbirle kılındığına dair Ehl-i Sünnetin örneğin şu kaynaklarına bakabilirsiniz: Müsned-i Ahmed b. Hanbel, C.4, S.370, C.5, S.406, El-İsâbe (İbn-i Hacer), C.2, S.22, Umdet-ül Karî, C.4, S.129, Tabakat, El-Meârif ve…
Cenaze namazının 2. Halife zamanında dört tekbire indirilmesi hakkında ise örneğin şu kaynaklara baş vurulabilir: El-Kâmil-u Fit-Târih (İbn-i Esir), C.3, S.31, aynı kaynağın hamişinde basılan Ravzat-ün Nâzır (İbn-i Şahne), C.1, S.203, Tarih-ül Hulefâ (İmam Suyutî), 2. Halife’nin ilkleri bölümü, El-Evâil (Ebu Hilâl-il Askerâ), Ömerin ilkleri bölümü, El-Gadir (Allame Eminî), C.6, S.245.
20-El-İsâbe (İbn-i Hacer Askalânî), C.4, S.321.
21-Sahih-i Buhârî’de şu üç yerde nakledilmiştir: Humus konusu, 2. Hadis, Bed-ül Halq kitabı, Hayber gazvesi babı, El-Ferâiz Kitabı, “Biz miras bırakmayız…” hadisi babı. Aynı rivayet cüzî farklarla Sahih-i Müslim’de, Cihâd kitabında, Müsned-i Ahmed’de, C.1, S.6, Sünen-i Beyhaki’de, C.6, S.300 ve diğer bir çok kaynakta nakledilmiştir.
22-Sahih-i Tirmizi, C.1, Resulullah’ın bıraktıkları babı.
23-Bu olayı diğer bir çok Sünnî kaynağı da nakletmiştir; örneğin şu kaynaklara bakılabilir: Kenz-ül Ummâl, C.3, S.139, Er-Riyâz-ün Nazire, C.1. S.218, Tarih-ül Hamis, C.2, S.169, Ensâb-ül Eşrâf, C.1, S.586, Tarih-i Yakubî, C.2, S.126, Müruc-üz Zeheb, C.2, S.100, Şerh-i Nehc-ül Belâğa İbn-i Eb-il Hadid), C.1, S.134.
[11] -Sünen-i Nesâi , Hadis: 1071, Sünen-i Ebî Davud, , Hadis: 338, Müsned-i Ahmed b.Hanbel, , Hadis: 13982, 13983.
[12] -Ahbar-u Mekke, C.3, S.151.
[13] -Tabakat-ül Kübra, C.6, S.79.
[14] -Muvatta-i Mâlik, , Hadis: 335, 357.
[15] -Muvatta-i Mâlik, , Hadis: 338 ve Sünen-i Beyhakî Enes’in hadisi, C.1, S.439.
[16] -Sünen-i Ebî Davud , Hadis: 1108, Müsned-i Ahmed , Hadis: 23170.
[17] -Buhârî , Hadis: 269, 1879, Müslim, , Hadis: 1993,1994,1995, Nesâi, , Hadis: 1083, Sünen-i Ebî Davud , Hadis: 760,1174, Muvatta-i Mâlik, , Hadis: 611.
[18] -El-Musannaf,, C.1, S.379, Kenz-ül Ümmâl, C.4, S,212, Sünen-i Beyhakî, C.2, S.102, Siretunâ (Allâme Eminî), S.127.
[19] -Ahkâm-ül Kur’ân (Cessâs), C.3, S.36, Müsned-i Ahmed…
[20] -Siretunâ, S.127, Sünen-i Beyhakî, C.2, S.1-21.
[21] -El-Musannaf, C.1, S.394, Sünen-i Beyhakî, C.2, S.421, Müsned-i Ahmed , Hadis: 2300, 2674,3199,4502 ve.. Sünen-i Tirmizî, , Hadis: 124, 303 Tarih-i İsbahân, C.2, S.141, Mecme-üz Zevâid, C.2, S.65, Sünen-i Nesâi, , Hadis: 271, 381, 730, Sünen-i İbn-i Mâce, , Hadis: 624, 1018, Sahih-i Müslim , Hadis: 450, Sahih-i Buhârî , Hadis: 366, 368.
[22] -Sünen-i Beyhakî, C.2, S.106.
[23] -Ahmed bin Hanbel, , Hadis: 2264.
[24] -Sünen-i İbn-i Mâce, , Hadis: 1031, Müsned-i Ahmed, , Hadis: 18186.
[25] -Sahih-i Müslim, , Hadis: 1054, Müsned-i Ahmed, , Hadis: 12733.
[26] -Sahih-i Müslim , Hadis: 1053, 1054, Sünen-i Tirmizi , Hadis: 217, Nesai , Hadis: 729, 792, Sünen-i Ebî Dâvud , Hadis: 517, 562, Müsned-i Ahmed , Hadis: 11890, 12018, 1249…, Muvatta-i Mâlik , Hadis: 226, Sünen-i Dâremi , Hadis: 1256.
[27]-El-Musannaf, C.1, S.379, Siretunâ, S.128, Kenz-ül Ümmâl, C.4, S.212.
[28]-El-Musannaf, C.1, S.367, Tuhfet-ül Ahvezî, C.1, S.273, Siretunâ, S.128, Mecme-üz Zevâid, C.2, S.57.
[29]-Kenz-ül Ümmâl, C.4, S.100, Mecme-üz Zevâid, C.2, S.126.
[30]-Sünen-i Beyhakî, C.2, S.105.
[31]-Sünen-i Beyhakî, C.1, S.107, Muvatta, C.1, S.177.
[32]-Tabakât-ül Kübrâ, C.6, S.53, El-Musannaf, C.2, S.583, Siretunâ, S.136.
[33]-El-Musannaf, C.1, S.397, Siretunâ, S.128, Tuhfet-ül Ahvezî, C.1, S.273, Mecme-üz Zevâid, C.2, S.57.
[34]-El-Musannaf, C.1, S.391, 392.
[35]-El-Musannaf, C.1, S.401.
[36]-Feth-ül Bârî, C.1, S.410, Şerh-ül Ahvezî, C.1, S.172.
[37]-Ahzab: 21, Haşr: 7.
[38]-Sahih-i Buhâri, Hadis: 595, 5549, 6705, Sünen-i Dârimi, Hadis: 1225.
[39]-Sünen-i Beyhakî, C.1, S.433 ve, C.2, S.105, 107, Sahih-i Müslim , Hadis: 981, Müsned-i Ahmed, Hadis: 20144, 20153, Sünen-i Nesâî, Hadis: 493, Sünen-i İbn-i Mâce, Hadis: 667, El-Musannaf, C.1, S.544 vs..
[40]-Siretunâ, S.127, Sünen-i İbn-i Mâce, Hadis: 668, Lisân-ül Mizân, C.2, S.63.
[41]-El-Musannaf, C.1, S.392, Kenz-ül Ümmâl, C.4, S.100.
[42]-Kenz-ül Ümmâl, C.4, S.99, El-İsâbe, C.1, S.58, Şerh-ül Ahvezî, C.8, S.86, Sünen-i Tirmizî Hadis: 348, Müsned-i Ahmed, Hadis: 25519.
[43]-İrşâd-üs Sârî, C.1, S.405.
[44]-Müsned-i Ahmed, Hadis: 25360.
[45]-Kenz-ül Ümmâl, C.4, S.212, Sünen-i Beyhakî, C.2, S.105, Siretunâ, S.128.
[46]-Sünen-i Beyhakî, C.2, S.105, Siretunâ, S.128, Üsd-ül Ğâbe, C.3, S.9.
[47]-Aynın kaynaklar.
[48]-Et-Tabakât, C.6, S.151.
[49]-En-Nihâye, (İbn-i Esir) “Rağm” maddesi.
[50]-Ahkâm-ül Kur’ân (Cessâs), C.3, S.209, Müsned-i Ahmed, Hadis: 2473.
[51]-Sahih-i Buhârî, Hadis: 323, 419, Sahih-i Müslim, Hadis: 812, 2755, Sünen-i Nesai, Hadis: 429, Sünen-i İbn-i Mâce, Hadis: 560, Sünen-i Ebî Davud Hadis: 413, Müsned-i Ahmed, Hadis: 89, 8969, 9328, 10113, 20337, 20352, Sünen-i Beyhakî, C.1, S.212 vs…
[52]-Sahih-i Müslim, Hadis: 811, Müsned-i Ahmed, Hadis: 22167 vs…
[53]-Sünen-i Beyhakî, C.6, S.291, Müslim, Hadis: 810, Buhârî, Hadis: 323, 419, Nesâî, Hadis: 429, 728, Müsned-i Ahmed, Hadis: 13745, Sünen-i Dârimî, Hadis: 1353 vs…
[54]-Haşr: 7.
[55]-Ahzab: 36.
[56]-Bihâr-ül Envâr, C.82, S.147.