Maktule Değil Katile Dur De!
Viraneye çevrilen Önasyanın failleri ağır bir bedel ödemeyecekse, barıştan kardeşlikten bahsetmek maktulleri bi daha katletmektir.
Kimi esnaf, kimi tarlasında çiftçi, kapısın önünde bağrışan çocuklar, evinin damında oturan yaşlılar vardı. Kimi Arap-Kürt-ermeni ya da Alevi –Sünni- Hıristiyan her biri işinde gücünde. Derdi sekülerizm olanlar için laik, inandığı gibi yaşamak isteyen için özgür bir ülke! Eleştirecek çok şeyler bulunurdu belki ama kendi halinde yaşayan bir diyardı; ŞAM ülkesi.
Bir gece ansızın garip yaratıklar geldiler. Kara yüzlü kara kalpli, ellerinde hançerleri arkalarında onları besleyen yağmacılar vardı. Asya’dan Afrika’dan Atlantik’ten. “Sizin Kralınız çok zalim! Size özgürlük, insan hakları gerek diyerek.
Ellerini bağladıkları babaların gözleri önünde çocukların minik yüreklerini parçaladılar, kapıya bağladıkları çocukların gözleri önünde analarını boğazladılar! Kadınlarına tecavüz ettikleri evleri ateşe verdiler. Suçları Alevi/Şii olmakmış! Ya da Amerika’ya kul olmayı kabul etmemek!
Bunu yapanlar Sünnilik adına yaptılar. Bu vahşilere “muhalifler, dostlarımız, kardeşlerimiz” diyen iktidarlarda Sünnilik adına yardım ettiler. Kelime oyunlarına gerek yok, vahdetçilik oynamaya, birbirimizi kandırmaya da.
Bölgede yıkım için teşkil edilen; yezit ibni muaviye seriyesi, yavuz selim birlikleri, Selahattin eyyubi tugayı, el kaide el nursa gibi örgüt isimleri ve sahip oldukları ideoloji, kullandıkları jargon ve onları destekleyenlerin politik ve siyasi söylemleri –“Hüseyin ile yezidin savaşında bizim safımız yezidin yanıdır”-bu savaşın zihinsel arka planında yatan düşünce ve maksadın bir mezhep savaşı olduğunu anlatmaya yeter. TRT “Esed Birlikleri” diye cümleye başlamaktan vazgeçmedikçe de bu savaş sürüyor demektir.
Lübnanlı Şiileri kaçırmaktan başka ciddi bir eylemi olmayan kuzey fırtınası ki “MİT’ in kurduğu bir örgüt olduğu” yönünde iddialar var. Basında çıkan haber ve Suriyeli politikacıların açıklamaları; “ellerin rütbeli asker, mit görevlileri ve yüzlerce Türkiye vatandaşına ait cesetler, cezaevlerinde yüzlerce esir olduğu ve bunları almaları için haber gönderildiği halde Türkiye’nin almadığı” yönündeki haberleri de bunlara ekleyin.
Batının beyaz bayrak sallayıp çekilmeye çalıştığı savaştan, Türk dışişleri bakanı dünyanın en ilkel, totaliter derebeyliği olan Suudi ve körfez krallarıyla birlikte “dostlarımız” dediği bu gruplara desteğe devam ediyor olması bir yana, izlediği bu politikanın efsaneleştiğini iddia edebiliyorsa bize de;
Bir efsaneydi senle aynı coğrafyada yaşamak, stratejik bir hendeğin kıyısında demek düşüyor. Helal ot Yemenden geliyor nasılsa çiğne ve konuş Bay Davutoğlu demek düşer. Bu efsaneden ortaoyunun Dümbüllüsü İsmail’e –Yılmaz Özdil- çok ekmek çıkar daha.
Dünya savaş literatürüne seks cihadını, savaşçılara kadın göndererek moral motivasyon sağlamak gibi yeni stratejileri hediye eden bir savaşın hamiliğini yapmak nasıl nitelendirilebilir ki; efsaneleşmek, Sünnileşmek, Osmanlılaşmak… Hangisi?
Yarattığı korkunç manzaranın efsaneleştiğine inanan bir akıl iktidar koltuğunda oturuyorsa o coğrafyanın yarınlarında; yaşanacak olan büyük felaketlere hazır olmak lazım. Şam ülkesinde, Alevilerin/Şiilerin topyekûn imhası için ekilen zehirli tohumlar yakın coğrafyalara metastaz yapmıştır. Irakta her gün onlarca kişinin bombalamalar sonucu öldürülmesi kanıksandığı için haber değeri bile taşımıyor. Bahreyn ‘de hiçbir şiddet kullanmadan demokratik taleplerde bulunan halka karşı uygulanan vahşetin çığlıklarını duyan bile yok, sebep Şii olmalarından başka bir şey değil. Gerek muhafazakâr gerekse liberal medyasıyla, politikacıları, akademisyenleri, resmi kurumlarıyla Aleviler/Şiiler, aleyhinde yaptığı kara propaganda, iftira hakaret ve hedef göstermeler 28 Şubat süreci diye tabir edilen politikalar, geçirdiği zihniyet değişikliği ile aynen devam ettiriliyorsa bu mezhep savaşının sistematik şekilde yoğunlaşarak sürdüğünü gösterir.
Kanı kanla yıkamak değil elbet derdimiz ya da intikam hırsıyla yaşamak. Lakin viraneye çevrilen Önasyanın failleri ağır bir bedel ödemeyecekse, barıştan kardeşlikten bahsetmek maktulleri bi daha katletmektir. Topraklarına kin, nefret, intikam tohumları ekilen, kanla sulanan Şam diyarında şimdi sevgi –dostluk yeşermesini mi bekliyorsunuz. Bu katliamların sorumlularından kim hesap soracak?
Vahdetten ve dostluktan dem vurup inanç ve kimliklerinden ötürü ezilen halklara tavsiyede bulunanlara sormak lazım bu tavsiyelerin muhatabı vahşet tohumlarını ekenler OLMALI değil mi?
Tarihin hiçbir döneminde gerçekleşmemiş, ütopik bir söylem olan vahdetçilik teorisi Kaf dağında Anka kuşunu aramaktan başka bir şey mi! Peygamberin cenazesinde bile sağlanamamış birliktelik, sonrasında hiç gerçekleşmeyecek… Bu temenni değil somut bir gerçeklik.
Çünkü birbirinin diyalektiği olarak var olagelmiş teolojik ve siyasi yapıların birlikteliği mümkün değildir.Teolojik kaidelerde mutlak doğrular ya da yanlışlar vardır. Çoktan seçmeli yaklaşımlar kabul görmez. Doğru tektir yanlışlarsa sonsuz. Dolayısıyla doğruyla yanlışın birlikteliğini tez olarak sunmak gerçekçilik değildir. Daha gerçekçi ve olabilirliği mümkün şeyler önermek lazım. Karşılıklı hoşgörü ve barış içinde birlikte yaşamı önermek gibi. Ama bu öneriyi ezilenlere değil de ezenlere anlatmalı önce… Ütopik vahdet fantezisi yapanlar. Her gün yüzlerce yaşamı yok eden bir düşünce ve onun hamiliğini yapan aktörler ile neyin vahdetini- birlikteliğini öneriyorsunuz!
Ezen sen ezilen bensem! Nasihat neden bana?
Atakan Yıldırım
Atakan YILDIRIM
Latest posts by Atakan YILDIRIM (see all)
- Durmak Yok Teröre Devam’ - 15 Eylül 2014
- Neo Osmanlı’nın Junior İdrisi; Öcalan! - 14 Mayıs 2014
- Oportünist/Vahdetçi İslamcılık – Alevi Katliamı! - 17 Şubat 2014
- Maktule Değil Katile Dur De! - 07 Kasım 2013
- Alevilerde Partileşme Düşüncesi - 28 Mayıs 2013