Gariban
Güneş henüz dağların ardına saklanmıştı ama varlığının etkisi yorgun insanların üzerindeydi hâlâ. Birazdan akşam olacak; insanı manevî hazlarla boğacak olan, varlığı ve tekliği gayrisini reddederek tasdikleyen, tevhidin ve risaletin haykırışı duyulacaktı. Varlığın gayesinin aslı olan velayetin bu coğrafyada bu huzur verici nidanın içinde zikredilmiyor olması elbette onda derin üzüntülere ve tarifsiz derecede derin bir özlemin kalbine hükmetmesine neden oluyordu. Yazık şu heba olan ömre, yazık şu boşa geçen zamana, yazık bu bedene diye söylenip duruyordu kendi kendine. Ama elden ne gelir? Mecnun bulmuş mu ki derdine bir çare o da bulabilsin? Ve devam etti garip dert yanmaya kendi kendine:
Bir an gelecek ve zaman ile mekânın değersiz olduğu anlaşılacak. O an ne çok uzaklarda, ne çok yakınlarda. Varlığına yoktur bir şüphe. Ancak insanı dalalete düşüren bu belirsizlik belki de. Varlığın hapsolduğu yerden özgürlüğüne kavuşması, kutlu bir gaye uğruna olmalıydı elbette. Yoksa ne değeri olurdu yaşamanın, ne değeri kalırdı terk-i cihan eylemenin.
Ve sonra yâre meftun gariban devam etti hüzünler içinde içlenmeye. Yüzü kırışmaya başladı, saçları ağarmaya. Lakin kimse bilmedi, kimse vakıf olamadı içindeki büyük aşk sırrına. Günden güne boğuldu bedeni dumanlar içinde ve ruhu yâre duyduğu özlemle. Beklenenin kır bir ata binmiş olacağı; mübarek elinde Zülfikar’ın düşmana gazap, bekleyenlere şefkat ve huzur vereceği, dillerden velayet nidasının düşmeyeceği vakit çok mu uzak? İşte ölüm ne kadar uzaksa bu da öyle. Ölümü nasıl bekliyorsa gariban onu da öyle beklemeliydi. Belki bu Cuma duyulurdu felahın asırlardır beklenen nidası. İnsan hazırlıklı olmalıydı ölüme ve daha ehemmiyetle zuhurun gerçekleşeceği kutlu Cuma gününe. Kalplerin yarınından endişe duymayacağı, küreselleşmiş zulmün sonsuzluğa gömüleceği, âdemoğullarının binlerce yıldır beklediği o gerçek adaletin yayılacağı muhakeme gününün gelişini bekleyen gureba bu kadar da çoğalmışken daha fazla Cuma beklemek istemiyordu gönüller.
Yeter artık bitsin bu zulüm, bitsin bu bekleyiş, bitsin bu günden güne eriyerek yok olmak hâli… İşte en çok da o özlemin umudunu yitirmekten korkuyordu gariban. Çünkü velayet sahibinin gerçekten geleceğine umudu olmayanın taş olması, toprak olması aslında hiç var olmamış olması daha hayırlı olurdu onun namına. Adaletin tüm cihana hükmedeceği, velayet nidasının tüm beldelerde her an haykırılacağı o kutlu anın gelmesi yakarışları içinde gözleri yaşlara boğulmuş ahvalde kapadı gözlerini gariban, tükenmek bilmez bir umutla. Yarın yine yeni bir Cuma…
Özcan CANPOLAT
Özcan CANPOLAT
Latest posts by Özcan CANPOLAT (see all)
- Parolamız! - 06 Kasım 2012
- Dersim Katliamları: Alevi mi, Bektaşi mi? - 06 Şubat 2012
- Gariban - 26 Mayıs 2011
- Alevilik-Namaz-Cami - 21 Şubat 2011
- Açık Çağrı - 23 Ağustos 2010