Doğru Sözlere Sahip Çıkmalıyız
Prof Dr. Hayrettin Karaman hoca günümüzün sözü dikkate alınan sünni alimlerindendir. Son yazılarında Hz. Ali ile muaviye arasındaki ihtilaflara değiniyor ve gerçekleri elinden geldiğince açıklamaya çalışıyordu.
Aslında söyledikleri aleviyim diyen herkesin doğuştan duydukları ve doğru kabul ettikleri şeylerdi ama bunları bir sünni alimin bu kadar açık yüreklilikle söylemesi gerçekten KAHRAMANCA bir çıkış yada ataların batıl dinine herşeyi göze alarak yapılan devrimci bir çıkıştır. Çünkü Türkiyedeki din bezirganları kendi saltanatlarını meşrulaştırmak uğruna tarihteki saltanat ve saltanatçılara sahte övgüler düzmüş onları kutsamış, buda yerleşmişti.
Hayrettin hoca tüm bu putsal önyargılara dokunarak kırmaya çalışıyor sahabenin kutsallığı uydurmasını, masalını açıkça deşifre ediyor. Hemde gelecek tepki ve belalara aldırmadan…
İşte bizim müslüman kardeşimiz böyle insanlardır,
Vahdet böyleleriyle olur,
Hatta bırakın vahdeti müslümanlığı bir kenara,
İnsansanız dahi doğrulara sahip çıkmanız gerekir,
Bizi insan yapan şey şeklimiz değil,
Tavırlarımız olmalıdır…
DOĞRUYA DOĞRU DEMEK HER İNSANIN İNSANLIK BORCUDUR…
İşte Hayrettin hocamızın yazısı;
Nassa karşı ictihad olmaz
Bir mesele ortaya çıkar ve bunun dini hükmünü öğrenmek gerekirse önce naslara (ilgili ayetlere ve hadislere) bakılır. Bunlarda aranan hüküm bulunamazsa usulüne göre ve ehli tarafından ictihada başvurulur. İşte böyle yapılır da hata edilirse hataya da sevap yazılır.
Hz. Ali’ye Medine’de bulunan ashab ısrarla bey’at ettiler. Bu bey’atı muteber sayan halifeye itaat eder, muteber saymayana göre Hz. Ali halife olmadığı için ondan katillerin teslimi veya cezalandırılması talep edilemez. Muaviye ve yandaşlarının yaptığı ictihad değildir, isyandır. Bunun böyle olduğunu yazının sonunda nakledeceğim büyük bir İslam aliminin de kaleminden okuyacaksınız.
“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uysanız doğru yolda olursunuz” mealinde sahih bir hadis yoktur.
Halife’ye bey’at etmeyen, isyan eden başka ashab da vardır, onların da bu fiilleri meşru değildir, ama hem hataları sınırlı, hem de faziletleri müsellem olduğu için onları severiz.
Şimdi bu konuda daha önce yazdığım bir yazıdan bir iki paragrafı nakledeceğim.
Sünnî Müslümanların, Ehl-i beyt’e yapılan zulüm karşısında duyarsız oldukları ve bu zulmü yapanlara lanet okumadıkları iddiası da genel olarak doğru değildir. Ehl-i beyt’e olan sevgi, saygı ve bağlılık istenirse bugün de iki camianın birbirine yakınlaşmasını, aynı sevgi ve saygıyı paylaşmanın hasıl edeceği duygu ortamında soğukluğun sıcaklığa dönüşmesini sağlayabilir. Ehl-i sünnet ulemasının Yezîd, babası ve Hz. Ali’ye cephe alan bazı sahabe aleyhinde söz etmemeleri, onları tuttuklarından, yaptıklarını meşru gördüklerinden değildir. Aynı alimler, Hz. Ali’ye başkaldıranların bâğî (meşru yönetinme başkaldıran asî) olduklarını kabul ve ifade etmişlerdir. Eserleri yıllarca Osmanlı medreselerinde okutulmuş bulunan büyük Sünnî alim Teftâzânî’nin (v. 792/1390) bu konuda söylediklerini önemli bir örnek olarak sunuyorum:
“Sahabe arasında geçen kavgalar ve tartışmalar açıkça gösteriyor ki, onların bir kısmı haktan sapmış, zulüm ve günah sınırına ulaşmıştır. Bunun da sebebi kin, inat, haset, direnme, servet ve iktidar talebi, dünyanın çekiciliğine (lezzet ve şehvete) meyildir. Bu böyledir; çünkü her sahâbî masum (günahsız ve günah işleyemez) değildir ve Peygamber’i (s.a.) gören, ona ulaşan herkes hayırlı (iyi) değildir… Ehl-i sünnet ulemasının bu olayları farklı yorumlayıp mazeretlere bağlamalarının sebebi büyük sahabeye dil uzatılmasını engellemek içindir. Onlardan sonra Peygamber’in Ehl-i beytine yapılan zulüm ve kötülüklere gelince bunu kimse inkar edemez, buna dağlar taşlar ve hayvanlar bile şahitlik eder, göklerde ve yerde olanlar göz yaşı dökerler; dağlar paralanır, taşlar parçalanır. Bu sebeple o kötülükleri yapanlara, buna razı olanlara veya katkıda bulunanlara Allah lanet etsin! Ehl-i Sünnet alimlerinin bir kısmının, onun daha fazlasını da hak ettiğini bildikleri halde Yezîd’e lanet etmeyi caiz görmemiş olmalarının sebebi, cahil ve aşırı gidenlerin işi ileriye götürüp büyük sahabeye kadar dil uzatmalarını engellemek içindir.” (Şerhu mekasıdı’y-tâlibîn, İst. 1305, C. II, s. 306-307).
Peygamber efendimiz (s.a.a)nin Ehlibeytine((Allahın Rahmeti ve bereketi Ehlibeyt üzerine olsun.Rabbim bizi Ehlibeyt yolundan,Hak yolundan ayırmasın..) yapılan zülüm ve kötülüklere bile bile susmak, dile getirmemekte bir noktada razı olmak demektir.neden konuşulmadı bugüne kadar?dünyevi menfaatler ön planda,o toplumdaki konumu daha önemliydi demekki.ama artık bugün gerçekleri konuşmak kaçınılmaz olmuştur…Şükürler olsun ki bu günleri de gördük…biz toplumda hor görüldük (halada kısmende olsa öyle),aşağılandık,iş verilmedi aş verilmedi.yerimizden yurdumuzdan olduk ama biz Ehlibeyt sevdasından asla vazgeçmedik…ne mutlu ki ALİ şia’sıyız.ne mutlu bize ki Aleviyiz..hele ki Aleviliğin içini doldurak yaşayabilirsek ne mutlu bize…Allah tüm Alevi toplumuna eksikliklerimizi farketmeyi ve bu eksikliklerimizi gidermeyi nasip etsin İnşAllah…