Çorumlu Aleviler Gadir-i Hum’u Kutladı
27 Ekim Pazar günü Çorum Ehlibeyt Camii’nde “Gadiri Hum Bayramı” dolayısıyla kutlama programı düzenlendi.
Öğle namazının kılınmasıyla başlayan program Kur’an karilerinden Muhammed Ali Arapoğlu’nun Kur’an-ı Kerimin İnsan Suresinden okuduğu ayetlerle nurlandı.
Daha sonra sırasıyla camimiz gençlerinden Furkan Tuncel “Veda Haccında” isimli şiiri, Zeynel Yıldırım kendi kaleme aldığı “Gadiri Hum” isimli makaleyi, Ulvi Akpınar “İydi Velayet” isimli şiiri, Elmas Kolbüken “Velayet Şahı İmam Ali” isimli makaleyi ve Ali Mert Üşümüş “Alinin Velayeti” isimli şiiri okudu.
Slayt gösterileriyle renklenen programa camimizin miniklerinden Ali Keskin ve Fatıma Nur Arapoğlu’nun ezberden okudukları şiirler damgasını vurdu ve ilerleyen bölümlerde Ehlibeyt meddahı Ümit Kolbüken “Ali Can” isimli methiyeyi seslendirdi.
Programın son bölümünde günün anlam ve önemine ilişkin konuşmayı cami hocamız Özgür Arapoğlu yaptı.
Hocamız Kuran’ın Kerimin ayetlerinin buyruğu üzerine insanların İslam çatısı altına girdikleri zaman sınava ve denenmeye tabi tutulduklarını ve sınavın anlamının da başarılı olanların başarısızlardan ayrılması demek olduğunu ve sınavlarında derecelerinin olduğunu dile getirdi.
Hz. Muhammed’in ümmetinin ve Müslümanların en önemli sınavının “Ali Sınavı” yani “Velayet Sınavı” olduğunu vurgulayan hocamız, Peygamberden sonra Hz. Ali’nin halife olması ve Velayeti kabul etmek yada Velayet sınavında başarılı olmak demek;
“Evrensel ilahi düşüncenin insan toplumlarının her alanına yayılması demektir.”
“İnsanlar için konan kurallar ve çıkarılan yasaların ahretle bağlantılı olması demek ve bütün işlerin ilahi renge bürünmesi demektir.” Dedi.
Yine Hocamız, Hz. Ali ve Velayet düşüncesinin İslam toplumunda olmaması ve yaşanmaması yada Velayet sınavını kaybetmek demek ise;
“İslam toplumunun kahkara yaşaması ve gerilemesi yani başladığı yere geri dönmesi demektir. Müslüman toplumlar kendini toparlamaya çalışsalar da bir türlü kendine gelemiyorlar. Bu sözümüzün doğrulunu ispat etmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok etrafımızdaki İslam devletlerine ve Müslümanların içinde bulundukları duruma bakarsak herhalde net olarak anlaşılır.”
“Velayet sınavını kaybetmek demek yani gökle olan bağı koparmak demektir.”
“Velayet sınavını kaybetmek demek yeryüzüne çakılmak ve ilahi kemal yolundan mahrum kalmak demektir.”
“Velayet sınavını kaybetmek kendi ekseni etrafında dönüp durmak ve nereye gideceğini kimin peşine takılacağını bilemeden şaşkınlık içerisinde kalmak demektir.” Dedi.
Dua ve temennilerle son bulan programın bitişinde katılımcılara Hz. Ali sofrasında pide, ayran ve tatlı ikramı yapıldı.
Şiiler, Peygamber Efendimize, Gadir-i Hum denen yerde Hz. Ali’nin hilafetinin bildirildiği yer olduğunu ve Allah’ın emri olduğunu söylüyorlar. Bu meselenin aslı nedir?
Değerli kardeşimiz;
Şiiler, halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia ederlerken başka deliller getirmeye çalışırlar. Bunlardan biri de Gadir Hum hadisesidir. Şöyle ki: Veda Haccı dönüşüydü. Peygamberimiz beraberindeki sahabelerle birlikte Mekke ile Medine arasında bulunan Gadir Hum mevkiinde mola verdiler. Orada bir müddet istirahat edip öğle namazını kıldıktan sonra sahabelere hitaben konuşma yapıp sonunda (şöyle buyurdu):
“Ben kimin dostu isem Ali’de onun dostudur. Allah’ım ona dost olana dost ol; düşman olana da düşman ol. Ona yardım edene yardım et.”1
Bu hadisi Şiiler yanlış aksettiriyor ve farklı şekilde yorumluyorlar. Peygamber’in (a.s.m.) Gadir Hum’da sözünü ettiği “velayet” Şiilerin kastettiği halifelik manasında değil “dost” manasındadır. Nitekim Hz. Ali’nin torunu Hasan el Müsenna bu hususta şöyle der:
“Resulullah (a.s.m.) bununla halifeliği ve sultanlığı kastetmedi. Öyle demek isteseydi bunu açıkça söylerdi. Çünkü Resulullah (a.s.m.) Müslümanların en fasih ve en açık konuşanıdır.”2
Yine Hz. Ali’nin, Basra’da kendisine “Halife olman için Resulullahın halifeliği sana bıraktığına dair bir ahdi ve selahiyeti mi var, yoksa kendi görüşüne göre mi hareket ediyorsun?” şeklindeki bir soruya cevap olrak diyor:
“Hayır, yoktur. Vallahi ben Resulullah’ı ilk tasdik ve iman eden kimseyim, onun adına ilk yalan söyleyen kişi olamam. Eğer Resulullah’ın halifeliği bana bıraktığına dair bir ahdi olsaydı, Ebubekir’in de Ömer’in de onun minberine çıkmasına izin vermezdim. Onlara karşı koyacak hiçbir gücüm olmasa, ellerimle mücadele ederdim.”
Şiilerin bir iddiaları da, Hz. Ali’nin Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e biat edip onlara yardımcı olmasının onlardan korkmasına bağlamaları ve onu riyakarlıkla itham etmeleridir. Bu konuda Bediüzzaman Lem’alar isimli eserinde şöyle diyor:
“Amma Şia-i Hilafet ise Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünkü bunlar Hz. Ali’yi (r.a.) fevkalade sevmek davasında oldukları halde tenkis ediyorlar ve su-i ahlakta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki. ‘Hz. Sıddık ile Hz. Ömer haksız oldukları halde Hz. Ali onlara mümaşaat etmiş. Şia ıstılahında takıyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyakarlık etmiş.’ Acaba böyle kahraman-ı İslam ve‘Esedullah’ ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zatı riyakar ve korkaklık ile sevmediği zatlara tasannukârane muhabbet göstermekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hz. Ali teberri eder.”
“İşte, ehli hakkın mezhebi hiçbir cihette Hz. Ali’yi tenkis etmez, su-i ahlak ile itham etmez. Öyle bir harika-i şecaate korkaklık isnat etmez ve derler ki: ‘Hz. Ali Hulefa-i Raşidin’i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek onları haklı ve racih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş”3
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Hz. Ali’ye Peygamberimizin bir vasiyeti olmadığı gibi Hz. Ali’de kendinden önceki halifelere onlardan korktuğu için biat etmemiş, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i halifeliğe kendinden daha layık gördüğü, Hz. Osman’a da itaat edeceğine söz verdiği için karşı çıkmamıştır. Ve Hz. Ali kendinden önceki bu üç halifeyi ciddi olarak sevmiş, bunu her yerde söylemekten çekinmemiştir.
Hz. Ebubekir’e biat etmeyenlerden bazıları Hz. Ali’ye biat etmek istediler. Fakat Hz. Ali hayatı boyunca Müslümanların birlik ve beraberliği için mücadele etmiştir. Fitne kapısını hiçbir zaman açmayacaktı. Böyle diyenleri sert bir şekilde yanından uzaklaştırdı. Mesela Hz. Ali’ye biat etmek isteyenlerden biri de Hz. Süfyan idi. Ona şöyle cevap vermişti:
“Biz halifelik makamına Ebubekir’i (r.a.) yeterli görüyor ve layık buluyoruz. Biz onu bu işte baş başa bıraktık. Araya girmedik.”4
Hz. Ali, Hz. Ebubekir’in halifeliği müddetince onun en büyük yardımcılarından oldu. Hz. Ebubekir vefat ettiğinde şu mealde bir konuşma yaptı:
“Sen, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların kımıldatamadığı bir dağ idin. Resulullah’ın buyurduğu gibi sen bedeninde zayıf, Allah’ın dilinde kuvvetli, mütevazi, Allah’ın yanında ve yeryüzünde makamı yüce, mü’minlerin yanında büyüksün. Hiç kimsenin sana kini yoktu. Hiç kimsenin sende değersiz bulduğu bir vasıf yoktu. Kuvvetli olan, zayıfın hakkını alıncaya kadar senin yanında zayıftı. Zayıf olan da hakkını alıncaya kadar kuvvetliydi. Allah senin sevabından bizi mahrum etmesin. Bizi senden sonra saptırmasın.”5
Hz. Ali kendi halifeliği müddetince Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer aleyhinde bir şey söylenmesine izin vermezdi. Bir defasında şöyle diyor:
“İşittiğime göre bazıları beni Ebubekir’den ve Ömer’den üstün tutuyorlarmış. Daha önce bu hususta bir şey söylemiş olsaydım şimdi böyle söyleyenleri cezalandırırdım. Söylemediğim için bunu yapmıyorum. Kim bundan sonra böyle bir şey söylerse o iftiracıdır. Allah’ın Resulünden sonra insanların en üstünü Ebubekir sonra Ömer’dir. Allah ikisinden de razı olsun.”
“Kuru tohumları yeşerten, cansız varlıklara can veren Allah’a yemin ederim ki, Ebubekir ve Ömer’i mü’minlerin üstün ve faziletli olanlarından başkası sevmez. Günahkâr insanlardan başkası da onlara kötü gözle bakmaz, düşmanlık etmez.”6
Hz. Ali, Hz. Ömer’e olan sevgisinden dolayı kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikahlamıştı.7 Hz. Ömer vefat ettiğinde Hz. Ali naşının başına gelmiş ve ona olan sevgisini ifade eden şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Ey Ömer, ben Allah’ın huzuruna senin istediğin bir amelle çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka ameline imrendiğim kimseyi bulamadım.”8
Hz. Ali, Hz. Ömer’in şehadetinden sonra oluşan şura tarafından seçilen Hz. Osman’a hemen biat etti. Hz. Ali, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i sevdiği gibi Hz. Osman’ı da severdi. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde onun en büyük yardımcısı oldu. Fitnecilere karşı müdafaa etti. Hz. Osman’ı azledip kendisine biat etmek isteyenlerin tekliflerini reddetti. Bozguncuların biatını Hz. Osman şehit edildikten sonra da kabul etmedi ve şöyle dedi:
“Osman’ın katillerinin biatını kabul etmekten Allah’a sığınırım.”9
Dipnotlar:
1. Ahmed b. Hambel, Müsned, IV, s. 368.
2. İsmail Mutlu, Dört Halife Devri, s. 333.
3. Lem’alar, s. 31.
4. Dört Halife Devri, s. 340.
5. a.g.e., s. 341.
6. Hayatü’s-sahabe, III, s. 348, 349.
7. H. İbrahim Hasan, İslam Tarihi, s. 317; Dört Halife Devri, s. 343.
8. Dört Halife Devri, s. 343.
9. a.g.e., s. 345.