Cihad-ı Ekber
Kötü huylarla savaşma ve faziletler/erdemler erkânını güçlendirme alanında nefsi eğitip ahlâkî erdemleri geliştirmek için etkili olan birçok sebep vardır ki, insanın yaşadığı toplum ve ortamın temiz olması bunların en önemlilerinden biridir. Şüphesiz, insanın yaşadığı toplumsal ortamın durumu, insanın davranışlarında ve psikolojisinde oldukça etkilidir. Çünkü insan, kendi huy ve sıfatlarının birçoğunu yaşamakta olduğu ortamdan kazanmaktadır. Temiz ortamlar genellikle iyi insanlar eğittiği gibi, kötü ortamlar da kötü insanlar terbiye etmektedir. Temiz olmayan ortamlarda bir insanın temiz olarak yaşaması veya temiz ortamlarda bir insanın temiz olarak yaşmaması inkâr edilemez bir gerçek olsa da; başka bir ifadeyle ortamın şartları insanların iyi veya kötü olmasında tam bir illet/etken olmasa da, ortamın bu hususta büyük etkiye sahip olduğu inkâr edilemez. Asıl benliğin, kişiliğin gelişmesinde, hatta oluşmasında etkili olan başka etkenler de vardır elbette. İnsanın yetiştiği aile ortamı, edindiği arkadaş, aldığı eğitim, örnek aldığı şahsiyetler vb. gibi.
Bu saydıklarımız insanın ahlâkî benliğinin ve düşünce yapısının oluşumunda birer etkili sebepler olmakla birlikte tam sebep değillerdir ve insan; iradesi, azmi ve ciddiyeti sonucu durumu kendi lehine değiştirebilir, yanlış eylem/bozuk ahlâk ve yanlış düşünce/çürük inanç etkisiyle yuvarlandığı uçurumlardan çıkmayı, hatta kemalin en zirvesine ulaşmayı başarabilir. Ahlâk kitaplarında adına “tövbe” dediğimiz bu başlangıcın sonuca ulaşması için de büyük mücadeleye ihtiyaç vardır ki, bu mücadelenin de adı “cihad”dır.
Savaş anlamına gelen cihat ise fıkhî ve ahlâkî olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır.
İslâm’da önemle üzerinde durulan ve terk edilmesi büyük günahlardan sayılan konulardan biri, cihattan/savaştan kaçmaktır. Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
“Ey inananlar! İnkâr edenlerle toplu hâlde karşılaştığınızda, onlara arkalarınızı döndürüp kaçmayın. Kim o gün savaşmak için bir tarafa çekilmek ya da başka bir birliğe katılmak dışında arkasını döner kaçarsa, Allah’tan bir gazaba uğrar, onun sığınağı cehennemdir ve (orası) ne kötü varılacak bir yerdir!” (Enfâl, 15-16)
Çünkü cihat, İslâm’ı ve İslâm toplumunu düşmanların şerrinden korur; Hz. Fatıma’nın (s.a) tabiriyle İslâm’a onur, izzet ve üstünlük kazandırır. İslâm’ın aslını hedef alan düşman karşısından da kaçmak bu sebeple en büyük haramlardan sayılmıştır. Ancak ne var ki, bu savaş hakkında, sahip olduğu bunca öneme rağmen hadislerde “Cihad-i Asgar/kKüçük Cihat/Savaş” olarak tabiri kullanılır. Buna karşın nefisle mücadele hakkında “Cihad-i Ekber/Büyük Cihat” ifadesine yer verilir.
Bir hadiste İmam Ali (a.s) şöyle nakleder:
“Resulullah (s.a.a) düşmanla savaşmaları için bir ordu göndermişti. İslâm ordusu savaştan döndüklerinde onlara, ‘Ne kutlu Cihad-ı Asgar’ı (Küçük Cihad’ı) yapanlara! Ancak Cihad-ı Ekber (Büyük Cihat) bir farz olarak onlar için henüz kalmaktadır.’ buyurdu. (Ashaptan bazıları,) ‘Ya Resulullah! Cihad-ı Ekber nedir?’ deyince, Resulullah (s.a.a), ‘Nefisle cihattır.’ buyurdu.”
Buna göre, nefisle cihat, dinin on temelinden/füru-i dinden biri olan İslâm düşmanlarıyla cihat etmekten daha üstün ve önemlidir.
Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: “Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma, bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin.” (Âl-i İmrân, 140)
Küçük Cihat’ta Allah yolunda savaşanlar, esir olup yaralandıktan sonra sonunda zafere ulaşırlardı. Büyük Cihat’ta da durum böyledir. Bazen insan nefisle cihat yolunda bazı kayıplar verip türlü sıkıntılara maruz kalır, hatta bazı günler aklı hevesine esir düşmüş olabilir; ama sonunda nefsi karşısında istikamet göstermek ve düşmanı çok görse bile savaş alanından kaçmamak suretiyle zafer elde eder.
Savaştan kaçmanın fıkıhta özel bir hükmü vardır, ahlâk ve irfanda ise farklı hükmü vardır.
Sadr-ı İslâm’da eğer bir Müslüman asker on düşman askeri karşısında savaşmak zorunda kalırdıysa, kaçma hakkı yoktu, kaçması günahtı. Ancak on kişiden fazla bir topluluk tek kişi olan bir Müslüman’a saldırmış olsaydı, onlarla savaşmaktan kaçmasının şer’i açıdan sakıncası yoktu. Nitekim Yüce Allah, Peygamber’ine (s.a.a) hitaben şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiye galip gelirler.” Ancak bu ayetin inişinden sonra şu ayeti indirdi: “Şimdi Allah yükünüzü hafifletti ve sizde zayıflık olduğunu bildi. O hâlde eğer sizden sabırlı yüz kişi olursa, iki yüz kişiye galip gelirler; eğer sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 65-66)
Buna göre, fıkhî açıdan Küçük Cihat’ta bir İslâm askeri iki düşman askeri karşısından kaçamaz; bundan fazla oldukları takdirde kaçma/savaşmama hakkı vardır. Yine Küçük Cihat’ta birinin esir düşüp sonradan serbest bırakılması mümkündür. Serbest bırakılmadığı takdirde, canını/ruhunu değil de bedenini eser aldıkları için bazı durumlarda düşmanın isteğine teslim olabilir veya savaş meydanından kaçabilir. Çünkü ortada fıkhî bir hüküm vardır ki savaşın şartlarını ve mukavemetin sınırlarını belirlemiştir.
Ama eğer Resulullah (s.a.a) gibi Allah velisinin canı tehlikede olursa, o durumda düşman askeri ne kadar çok olursa olsun, insanın kendi canını kurtarmak için savaştan ve Allah Resulü’nü (s.a.a) savunmaktan kaçması caiz değildir. Nitekim ayette şöyle geçer: “Medine halkının ve çevrelerinde bulunan bedevi Arapların, Allah’ın Resulü’nden geri kalma (sefere katılmama) ve kendi canlarını düşünerek onun canından vazgeçme (ondan ayrılma) hakkı yoktur.” (Tevbe, 120)
Meselâ, Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’in (s.a.a) mübarek canı tehlikede idi. İkiden fazla askerin saldırmasını bahane ederek savaş meydanından kaçmak bir Müslüman için caiz değildir. Çünkü Resul dinin özüdür, dinin aslını korumak her şeyin önündedir.
Ancak Büyük Cihat’ta durum böyle değildir. Nefis cihadına çıkan insanın karşısına onlarca kötü huy ve cehalet düşmanı çıksa bile, bu savaş meydanını terk etme hakkına sahip değildir.
Yine silahlı savaş belli zamanlarda ve özel şartlarla farz olur. Farz olunca da bazı kesim ve kimseleri kapsamaz. Hatta bazı zamanlarda cihat hiçbir şekilde farz değildir. Farz olduğu yerlerde ise birilerinin savaşa katılıp düşman askerlerini geri püskürtmesiyle bu görev diğerlerinin üzerinden kalkar. Nitekim bu cihat kadınlara, yaşlılara, acizlere, güçsüzlere ve hastalara farz değildir. Oysa nefisle cihat, herkese her zaman, her durumda ve bütün şartlar altında farzdır. Günah askerlerine karşı akıl askerlerini yardıma çağırarak düşmanları öldürünceye veya ölünceye kadar insanın bütün hayatı boyunca her an yapması gereken bir cihattır.
Birçok hadiste aklın 75 askerinin olduğu gibi, cehaletin de 75 askerinin bulunduğu vurgulanmıştır. Asker olarak nitelenen bu vasıfların her birinden de birçok vasıf ve askerin türediği bildirilmiştir hadislerimizde.
Büyük Cihat meydanında küfür, nifak ve karanlık ordu askerlerinin hepsi insanın karşısına çıksa bile, insanın kaçma hakkı yoktur. Bu cihada “Ekber/Büyük” denilmesinin sırlarından biri de insanın hiçbir durum ve şartta kaçma, teslim olma veya esir düşme hakkının olmamasıdır.
Bu sebeple bu cephede savaşmak çok çetindir ve bunun sonucu ya şahadettir, ya da zafer. Ya cehalet askerlerinin/kötü huyların tümünü esir alır, Allah erlerinin yaptığı gibi, ya da hayatta olduğu sürece bu düşman ordusunun karşısında boyun eğmez ve sürekli mücadele içinde olur.
Bir hadiste şöyle geçer: “Ehlibeyt’i seven bir mümin yatağında ölse bile şehittir.” Yani bir mümin Ehlibeyt yolu üzere olursa, Allah’a götüren bu yolda yürümek için elinden gelen her türlü gayreti gösterirse, yabancılara ve düşmana teslim olmazsa, yatağında ölse dahi Büyük Cihat yolunda şehittir.
Asrımızın büyük arif ve müçtehidi Ayetullah Behcet’i rahmetle anıyorum. Kutsî nefesiyle nice nefislerin eğitilmesine sebep oldu, nice büyük insanlar terbiye etti ve kıldırdığı o ruhanî namazlarıyla nice âşıkları miraca götürdü! Çok tavsiyeleri vardır bu yüce insanın. Nefisle cihat etmek için yanına koşan insanlara ettiği tavsiyelerinin genelinde şu üç hususa önemle vurgu yaptığı göze çarpmaktadır:
1- Günah işlemeyin.
2- Bildiklerinize amel edin.
3- Namazlarınızı ilk vaktinde kılın.
Basit gibi görünse de, aslında bu üç düstur nefisle cihat etmek için sanırım hepimiz için yeterlidir. Bu üç şeyi hayatımızda uygulamaya geçirirsek, eminim en büyük başarıyı elde etmiş oluruz. Çünkü günah işlenmediği takdirde, melekût âleminin kapıları açılır insanın yüzüne. Bilinenlere amel etmek bilinmeyenlerin öğrenilmesini sağlar. Namazların ilk vakitte kılınması da insanı her türlü kötülükten korur ve miraca yükseltir. Hadis ve ayetlerde böyle geçer.
Sözlerimi İmam Ali’nin (a.s) buyruklarından birkaçını naklederek noktalamak istiyorum. Zaten söylediğimiz sözlerin hiçbiri kendimizden değil, hep o nur kaynaklarından alıntıdır:
“Her zaman cihat ederek kendi nefsinize hâkim olun (onu kontrol edin).”
“Nefsin istek ve heveslerine galip gelin ve onlarla savaşın. Zira eğer nefis size galip gelirse, helakin en alçak derecesine düşersiniz.”
“Bilin ki, (nefisle) cihat etmekle cennet satın alınır. Her kim nefsiyle cihat edecek olursa, ona hâkim olur ve cennet ise kadrini bilen için Allah’ın en güzel (sevabı) mükâfatıdır.”
“İki düşmanın birbiriyle savaştığı gibi nefisle savaş, cihat ederek onu Allah’a itaat etmeye zorla ve birbiriyle zıt olan iki şeyden birinin, diğerine üstün geldiği gibi nefse galip gel; zira insanların en güçlüsü nefsine galip gelenidir.”
“Akıllı kimse nefsiyle cihat eden, onu ıslah eden, heves ve zevk peşinde olmaktan sakındıran ve bu vasıtayla onu dizginleyip kendi kontrolüne geçiren kimsedir. Doğrusu akıllı insan nefsini ıslah etmekle öyle meşgul olur ki, dünyaya, dünyada olan şeylere ve dünya ehline önem vermez.”
Musa Güneş
elmizan@hotmail.com
The following two tabs change content below.
Musa GÜNEŞ
Latest posts by Musa GÜNEŞ (see all)
- Murakabe - 23 Ağustos 2010
- Hüseynî Şahadet - 23 Ağustos 2010
- Müşârete - 23 Ağustos 2010
- Tövbe - 23 Ağustos 2010
- Cihad-ı Ekber - 23 Ağustos 2010