AleviSesi

Alevilik, Hz. Ali (a.s)'ın yolundan gitmektir.

Bilim Dünyasından

Bilim Dünyasından

“BİG BANG” TEORİSİ

Eskiden insanlar kainatı düz ve statik zannediyorlardı.Ancak bilim geliştikçe bunun  böyle olmadığı öğrenildi.Bilim adamları uzaydan gelen ışık kümelerinin tayflarına bakarak aynı gezegenden gelen ışığın bir müddet sonra daha uzaktan geliyor olduğunu fark ettiler.Yani gezegenler birbirinden zaman geçtikçe uzaklaşıyordu,yani evren büyüyor yada şişiyordu.

Bu veri elde edilince bu tesbiti evrenin ilk anı nasıldı?sorusuyla değerlendirdiler.

Büyüyen bir şeyin tersten okunuşu küçülme yada büzüşmeydi.Ve böylece evrenin ilk anının küçük bir nokta olduğu ve bugünkü halinin büyük bir patlama sonucu gerçekleştiği anlaşıldı.

Bilim adamlarının  açıkladığına göre ilk an ile şimdiki an arasında 15 milyar yıl söz konusuymuş ve evren sürekli şişiyor ve genişliyormuş.

İşte bu teoriye büyük patlama adı verildi.BİG BANG!

Şimdi şu sorunu cevabı aranıyor.Bu büyüme ne kadar sürecek ve sonunda ne olacak?

Buna da bazı cevaplar var.

Bir balon üzerine yan yana konulan iki nokta  DÜŞÜNELİM.Balon şişirilince iki nokta arası uzaklaşır mı?Yakınlaşır mı?

Cevap her ikisi de doğrudur.Bir yandan uzaklaşırken diğer yandan da yakınlaşırlar.O halde evrende büyürken aynı zamanda küçülüyor da.Yani aldığımız her nefesin bizi yaşatırken ölüme  de götürmesi gibi.

Evren büyüyor ama aynı zamanda dürülüyor da.

GELECEĞİN DÜNYASINDAN SEÇMELER

1) Bir gün havadaki seslerin çözümünü bulup,atmosferdeki sesleri toplayarak tarihteki seslerin çözümü bulacağız.Böylelikle de tarihte kim hangi anda ,nerede ne demiş bulup tarih bilimine yeni yazılımlar katacağız.

2) Belki aynı şeyi ışık içinde yapabilecek ve ışıktaki saklı görüntüleri çözüp,tarihin her anının görüntüsünü elde edebileceğiz.Çünkü nihayetinde ses gibi ışıkta yok olmuyor ve bir yerlerde ilerliyor.

3) Tıp ilmi öyle gelişecek ki tüm organların benzeri ya da yapayı yapılabilecek ancak ruh yapılamayacağı için bunlar robot canlılar olarak bizlere hizmet edecekler.

4) Dünyamıza en yakın ve uydumuz olan AY’a atmosfer kurup orada da yaşamaya başlamaya ne dersiniz ?

5) Uzaya yerleştirilecek yansıtıcılar ile dünyadaki karanlık bölgeleri gerektiğinde aydınlatmayı başarabilecek miyiz?

6) Ses ve görüntüleri istediğimiz yere anında gönderebiliyoruz,peki cisimleri ,özelliklede canlıları kargo şirketlerine ihtiyaç duymaksızın istediğimiz yere anında nakletmeyi ne zaman başaracağız? Sanırım bu deneyler sırasında epeyce cisim,tavşan yada fare telef olacak! Peki cisimleri anında bir yere naklettik diyelim peki canlıların ruhunu nasıl nakledeceğiz? Bence bu deneyleri cansız cisimler üzerinde araştırsak daha iyi olacak.

7) Bütün eğitim ve öğrenim her zaman ve her yerde bilgisayarlarla yapılacağına göre öğretmenler işsiz mi kalacak?

8 ) Geleceğin dünyasında imar kanunlarıda değişecek ve tüm çatılara hava alanı konulması mecburi olacak,Çünkü herkesin tek kişilik küçük uçakları olacak!Böylece tüm kentlerdeki park yeri sorunları da çözülmüş ve otogar çalışanları da işsiz kalmış olacak.

9) Görünmez olma deneyleri başarıya ulaşırsa görünmez olmayı keşfeden kişi bunu insanlığın hizmetine sunacak mı?

10) Genetik ilmi gelişip anne karnındaki çocuğun beynini geliştirdiğimizde doğar doğmaz konuşan ve yürüyen bebeklerle başedebilecekmiyiz?

BAHÇEDEKİ GÜLLER

Bir gül fidanını susuz bırakırsak onun kökleri daha derinlere gider ve su arar.Gelişmesi geç olur.Çok su verirsekte arayış yapma gereği duymaz ve derinlere gitmez ve toprağın üstüne yakın bir yerde kalır ve böylece de
yazın sıcağından aşırı derecede etkilenir.Belki de kavrulur ve kışında donar.Ayrıca bol su alarak havasız kalma ihtimalide vardır.Bir gül su fidanına yazın kışa göre daha çok su vermek gerekir.Bilim adamları yazın haftada 19 litre su verilmesi gerektiğini söylüyorlar.Eğer özenle baktığınız gül su sorununu çözmenize rağmen açmıyorsa gölgede kalmış olabilir.Gül’ün hergün 6 saat güneşte kalması gerekir.Güneş ışığı almazsa gülünüz çiçek açmaz.Gölgede kalan gül’ün boyu uzun olur ama hastalıklara direnci olmaz.Güllerin taliplisi ve düşmanı çok olur! Bu nedenle arada sırada ilaçlamakta gereklidir. İşte Gül’ün bu hassasiyetlerinden dolayı GÜL GİBİ BAKMAK,GÜL GİBİ GEÇİNMEK atasözleri kitaplarda yer almıştır.
BÜTÜN GÜLLERİNİZE GÜL GİBİ BAKIN !

KEMANCI


Darwin evinin bahçesinde toprağa eğilmiş vaziyette elindeki bir kemanı çalmaya çalışıyormuş.Sonra kemanı bırakıp kaval çalmaya başlamış ve sonrada başka bir aleti ..ve bu günlerce devam etmiş.Onu izleyen hizmetçisi konukomşuya Darwin’in artık kafayı yediğini söylemeye başlamış.Hatta bazılarınada onu izlettirmiş.Bir çok kişi aynı kanaati paylaşmış.Yıllar sonra Darwin hazırladığı bir çalışmada topraktaki solucanların kulaklarının işitip işitmediğini bu deneylerle tesbit etmeye çalıştığını aktarmış.

KAR KRİSTALLERİ

Bilim adamları evrenin oluşmasından bu yana geçen süre içinde oluşan kar kristallerinin birbirinin tıpa tıp aynısı olma ihtimalinin “0” olduğunu söylüyorlar.Bazıları da bu kristalleri insan yüzüne benzeterek ;birbirlerine çok benzediği görülse bile aslında tıpkı insan yüzü gibi bütün kar kristalleri birbirinden farklıdır diyor.Hodri meydan ! Aksini iddia eden ispatlasın.

*********

Bilim Yazıları

ATOMLAR ve MADDE

Prof. Dr. Osman Çakmak


EĞER BİR ELMAYI dünya kadar büyütebilmek mümkün olsaydı, bu büyüklükle orantılı olarak, elmayı oluşturan her bir atom, futbol topu büyüklüğüne gelecekti. İşte o zaman onlardan bir tanesini elimize alır, evirir çevirir ve atom hakkında merak ettiğimiz her şeyi öğrenebilirdik değil mi?.

Yo hayır!

Bu kadar basit değil. Maalesef, dünya kadar büyük bir elmanın, futbol topu kadar büyük atomları bile, onlar hakkında yeterince bilgi edinmemiz için hâlâ daha çok küçüktür. Eğer atom çekirdeğini görmek istiyorsak, atomu futbol topu kadar değil de, bir futbol sahası kadar büyütmemiz gerekir. İşte o zaman çekirdek, ortada bir futbol topu kadar dururken onun 1000 metre kadar uzağında dönüp duran elektronlardan herhangi birisi ancak ancak bir bilye büyüklüğüne gelir.

Şimdi bu örneği en küçük atom olarak bilinen Hidrojen atomuna uygulayalım. Eğer Hidrojen atomunun çekirdeği bir futbol topu (artık elmadan hiç bahsetmiyorum, hayaline güvenenler onun büyüklüğünü aşağı yukarı tahmin edip, samanyolunda müsait herhangi bir yere koyabilirler) kadar büyürse, atomun kendisi 2000 metre çapında bir küre olarak karşımıza çıkar.

Eminim dikkatinizi çekmiştir, maddenin temel yapı taşı olarak bilinen atomun kendi yapısı mutlak yoğunlukta bir madde değil. Tam tersine çekirdek ve elektronlar arasındaki devasa alan, bildiğimiz mânâda hiçbir ‘madde’ barındırmamaktadır. Ve eğer bir atomu tamamen çekirdeği ile doldurmaya kalksak 1015 tane çekirdeğe ihtiyacımız olacaktır. Bu kısaca şu anlama geliyor:

Eğer, maddî varlığımızı oluşturan atomların parçacıkları arasındaki mesafeler kapatılacak olsa, bir insan şu anki boyutundan tam yüzbin kez küçülmüş olur. Bu bir iğnenin ucundan da küçük bir şey demektir. Yaklaşık olarak milimetrenin binde biri gibi mikroskobik bir şey. İsterseniz yeryüzünde yaşayan tüm insanların mutlak yoğunlukta madde olarak kapladıkları yeri de hesaplayabilirsiniz. Bunun için ortalama bir insanın ağırlığını (60 kg) atom çekirdeğinin yoğunluğu ile (1015g/cm3) çarpmanız yeterli olur. Ortaya çıkan miktar 1cm3 bile etmeyecektir.

Hiç boşluğu kalmamış tamamen çekirdekten oluşan bu kütlenin hacminin azalması elbette kütlesini değiştirmeyecektir. 1cm3 kadarı neredeyse bir milyar ton çeker.

“Eğer çevremizdeki her şey ve hatta insanlar bile büyük çoğunluğu boşluktan oluşan atomlardan ibaretse, gerçekte maddesel yapımız bu kadar az ise, neden kapalı kapılardan, duvarlardan çizgi roman kahramanları gibi geçip gidemiyoruz? Maddeleri katı ve sert yapan nedir?”

Aslında bu soruyu cevaplandırmak hiç de kolay değildir. Bu soruyu kuantum teorisinin ortaya koyduğu gerçeklerle düşündüğümüzde bu basit soruyu son derece karmaşık bir dizi cevaplar silsilesi karşılayabilir ancak.

Elektronların atom gibi küçük bir mekana sıkıştırılmaları olağanüstü büyüklükte bir hız kazanımına yol açar. Normal bir elektron, atom içinde saniyede yaklaşık 1000 km gibi bir hızla hareket eder. Bu olağanüstü hız sonunda, atom katı ve sert bir kütle görünümüne bürünür. Bunu eski model uçakların pervanelerinin, hızla dönerken yuvarlak ve tam bir katı yüzeymiş gibi görünmesine benzetebiliriz.

•••

Elektronların hiç bir parçacığın yapamayacağı şekilde, iki deliği olan bir engelden, ikisinden de aynı anda geçebilmesi gibi özellikler ilim adamlarını şaşırtmakta ışın-dalga özelliğinden de öte metafizik konuları gündeme getirmektedir. Elektron gibi atom altı taneciklerin ışın-dalga özellikleri değil, tanecik yapıları da madde anlayışıyla tamamıyla çelişen bir durum ortaya koymaktadır. Elektronların tanecik yapısına bakarak tanecik yapının katı madde özelliği olduğunu zannetmiyelim. Kuantum mekaniğinin bulgularına göre aslında parçacık denen şey de, dinamik bir etki, ya da hareketten ibaret kalan bir şey. Parçacıklar enerjiden oluşturulabildikleri gibi, tamamen enerjiye de çevrilebiliyor. Yani kısaca söylersek yaşadığımız dünyada “temel parçacık”, “maddî öz” ya da “yalıtılmış nesne” gibi klâsik kavramlar artık bir tarafa bırakılıyor.

Ne varki madde anlayışımızdaki bu değişiklikler gördüklerimizin ve nesnelerin bir hayâldan ibaret olduğu anlamına da gelmez. Ortaya çıkan gerçek, zannedildiğinin aksine madde taneciklerinin kendilerinin sabit hakikatlarının bulunmadığı, bağımsız bir öz olmadığıdır. Arkada hükmeden “Kudrete” “etki mekanizması” adını takmak da problemi çözmemektedir. Madde ve hatta enerji ve mânâ diye görünen ve yansıyan ne varsa, ona ne ad verirsek verelim, Yok’u var eden bir Yaratıcının İlahî isimlerinin tecellisinden başkası olmamaktadır.

Konuyu anlamamıza yardımcı olması bakımından şöyle bir misal verebiliriz:

Bir gölge oyununu düşünün, ışık kaynağının bir miktar uzağında bulunan perdede, seyircilerin gördüğü, ‘asıl’ değildir. Asıl olan ya perdenin arkasında ya da ışık kaynağının önünde duran başka bir cisimdir. Görünen, o cismin kendisinin ve hareketlerinin yansımasıdır. Eğer gölge oyununun mantığını bilmiyorsak, perdede görünenin asıl olduğuna hükmedebiliriz. Oysa perdedeki yansıma ‘var’ olmakla birlikte, varlığı kendinden ve gerçek bir varlık değildir. Bu misalde olduğu gibi madde de, ‘var’ olmakla birlikte varlığı ve ‘var kalabilmesi’ kendinden değildir.

•••

Yeni çağın bilimlerinden Kuantum fiziği, atomaltı dünyaya inerek, oradaki gerçek durumu, içinde yaşadığımız kâinatı oluşturan zerrelerin dünyasının bildiğimiz dünyadan çok farklı olduğunu keşfetti. Buna göre birbirinden ayrı ve farklı duran elektron gibi atom parçacıkları, aslında birbiriyle alâkalı ve bağlı; bölünmez dinamik bir bütünlük içinde bulunuyordu. Atom tanecikleri birbirinden çok uzak olsalar da sebep-sonuç zinciri olmaksızın birbirine bağlıdıydılar. Örneğin, elektron en-boy-derinlik gibi hiç bir ölçümlemeğe gelmeyen bildiğimiz objelere benzemeyen bir tavır sergiliyordu. Yani elektronu, çekirdeğin etrafında dolaşan minicik bir küre gibi düşünmüyoruz artık. Bunlar aslında maddeyle bağdaşmayan bir takım özellikler… Elektronun hem ‘dalga’ hem de ‘tanecik’ özelliği göstermesi bir takım garip sırlara da anahtar olmaya başladı. Evet elektronun dalga özelliği sergilediğinden şüphe yok.. Elektronu kapalı bir televizyon ekranına yöneltirseniz küçük ışık noktası elde edersiniz. Bu onun parçacık özelliğindendir. Aynı zamanda enerji bulutu şeklinde uzayda dağılan bir dalga gibi de davranır.

Elektronların “dalga yapısının” gündeme getirdiği bir konu daha var: Mademki atomu meydana getiren tanecikler dalga özelliği gösteriyorlar. Onların oluşturduğu makro sistemlerin ve topyekün cisimlerin ‘özel şartlarda’ kendilerini meydana getiren elektronlar gibi ‘dalga’ yahut ‘ışın yapısı’, sergileyip sergilemeyeceğidir. Bu soru bizi çok ilginç neticelere götürüyor: “eşyanın görünmez olması” “zaman ve mekanda yolculuk” ve “ışınlanma” gibi konuları bilimin gündemine sokmaktadır. Nitekim yoğun manyetik ortamlar gibi bazı özel şartlarda söz konusu durumların işaretleri elde edilmiştir.

•••

Newton fiziği, maddenin katı ve sert olduğu gerçeğinden yola çıkıyordu. Bu ilk bakışta da son bakışta da doğru gözüküyordu elbette. Dokunduğumuz herşey, duvarlar, ağaçlar, eşyalar.. Herşey maddenin katı ve sert halini gösteriyordu. Oysa göz değil de bir elekton mikroskopuyla baktığımızda orada gördüğümüz şey, %99 boşluk %1 ışıktan ibaretti.

Küçücük bir ışık kaynağını karanlık bir odada hızla çevirsek, ışıktan bir çember oluştururuz. Bu ışık kaynağına ikincisini, üçüncüsünü hatta bir dördüncüsünü ilave edip bunları ışıktan küreler oluşturacak şekilde hareket ettirsek uzaktan bakan birisi karanlık içinde ışıktan bir çember değil bir küre görecektir. Bu kürelerin sayısını artıracak olursak ta, üç boyutlu bir madde modeli oluşturmuş oluruz. İşte kuantum fiziğine göre yaşadığımız kâinattaki madde, kabaca bu örnekteki gibidir. Kısaca, madde, bilardo topları gibi katı taneciklerin bir araya gelmesinden oluşmamaktadır.

Gözlerimizin gördüğü herşey, ağaçlar, kuşlar, bulutlar, çiçekler, başka insanlar.. Var’lıklarını maddenin—bizim muhatap olduğumuz—katı gerçekliğinden almadığına göre, onları yok’tan Var Eden’in, ve her ân hareket halinde tutan Yaratıcı’nın kudretinden ve isimlerinden alırlar.

Kısaca varlık, yoktan var edilmiş olmakla birlikte, her an varedilmeye devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.