Hz. Ali (as)’ın İlmi
1- İMÂM ALİ (A.S)’IN İLMİ
1- Muhammed b. Müslim, İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir: “Cebrail (a.s), cennetten Hz. Muhammed (s.a.a)’e iki tane nar getirdi; Ali (a.s) Resulullah’la karşılaşıp, narları elinde görünce, ‘Şu iki nar nedir elinizde?’ diye sordu; şöyle buyurdu: ‘Şu gördüğün nübüvvettir ve senin onda nasibin yoktur. Ama ötekisi ilimdir.’ Sonra Allah Resulü (s.a.a) onu ikiye böldü ve yarısını Ali (a.s)’a verdi, yarısını ise Resulullah’ın kendisi aldı. Ardından şöyle buyurdu: ‘Sen onda benim ortağımsın, ben de senin.” İmâm Bâkır (a.s) şöyle devam etti: “Allah’a andolsun ki Resulullah (s.a.a) Allah’ın kendisine öğrettiği her şeyi, bir harfini bile bırakmadan Ali (a.s)’a öğretti.” Sonra İmâm Bâkır (a.s) elini göğsüne koyarak: “Sonra bu ilim bize ulaşmıştır” buyurdu.”[1]
2- Mufazzal b. Ömer İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’dan şöyle duyduğunu nakletmiştir: “Emir-ül Mu’minin Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: ‘Bana öyle özellikler verilmiştir ki benden önce kimseye verilmemiştir. Ben ölümlerden ve belalardan haberdarım ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm vereceğimi bilirim.”[2]
3- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’dan senetli bir şekilde şöyle rivâyet edilmiştir: “Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in bildiği her şeyi biliyordu. Allah-u Teâlâ’nın Resulü’ne öğrettiği her şeyi Resulullah (s.a.a) de Emir-ül Mu’minin Ali (a.s)’a öğretmiştir.”[3]
4- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): “Ali b. Ebî Tâlib (a.s) Allah’ın Muhammed (s.a.a)’e bir hediyesiydi. O bütün vasilerin ve kendinden önceki peygamberler ve resullerin ilmini miras almıştır.”[4]
5- Hafs b. Kart-il Cühenî, İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’dan şöyle duyduğunu rivâyet etmektedir: “Ali (a.s), helal ve haramın sahibiydi (helal ve haram olan her şeyi bilirdi) ve Kur’ân ilmine sahipti. Biz de onun yolundayız.”[5]
6- Ebû-s Sabâh, İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’ın kendisine şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Allah, Peygamberi’ne (s.a.a) tenzil ve te’vili (Kur’ân’ın zâhirî ve bâtınî manalarını) öğretmiştir. Resulullah (s.a.a) de onları Ali (a.s)’a öğretmiştir.”[6]
7- Süleymân-ül A’meş, babasından Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “İnen her âyetin kimin hakkında indiğini, nerede indiğini ve kime indiğini biliyorum. Rabb’im, bana düşünen bir kalp ve fasih bir dil bahşetmiştir.”[7]
8- Ebû Râfi’den şöyle rivâyet edilmiştir; Resulullah (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalığında Hz. Ali (a.s)’a şöyle buyurdu: “Ya Ali, bu Allah’ın kitabıdır; onu al.” Ali (a.s) da onu bir elbisenin içerisinde topladı ve evine gitti. Resulullah (s.a.a) vefat ettikten sonra Hz. Ali (a.s) oturup onu Allah’ın indirdiği şekilde düzenledi. O, Kur’ân’a alim birisiydi.”[8]
9- İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “(Ey insanlar), Allah her ilmi bende toplamıştır; ben de bildiğim her ilmi, “Muttakilerin İmâmı”nda topladım. Ben her ilmi, Ali’ye öğrettim. O’dur açık ve şüphesiz olan İmâm!”[9]
10- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Hiç şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ, Resulullah (s.a.a)’e Kur’ân’ı öğretti. Bunun yanı sıra başka şeyler de öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de Allah’ın öğrettiklerini Ali (a.s)’a öğretti”[10]
11- Yine İmâm Caferi Sâdık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Şüphe yok ki Allah, helal ve haramı, Kur’ân’ın tevilini ve insanların ihtiyacı olan şeyleri Resulü’ne öğretti. Allah Resulü (s.a.a) de bunların hepsini Ali (a.s)’a öğretti.”[11]
12- Resulullah (s.a.a): “Ali, ümmet içerisinde Allah’ın indirdikleri hakkında en çok bilgi sahibi olan kimsedir.”[12]
13- Resulullah (s.a.a): “Ali, Peygamber ashabının en çok ilim sahibi olanıdır.”[13]
14- Resulullah (s.a.a): “Ali, insanların ilim açısından en bilgili olanıdır.”[14]
15- İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Hz. Ali (a.s)’a Resulullah (s.a.a)’in ilmi hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: “Peygamber (s.a.a)’in ilmi, bütün Peygamberlerin ilmidir; geçmişte olanların ve Kıyamet gününe kadar olacakların ilmidir.” Sonra şöyle devam etti: “Nefsimi elinde tutana (Allah’a) andolsun ki hiç şüphesiz ben de Peygamber (s.a.a)’in bildiğini biliyorum; geçmişte olanların ve benimle kıyamet arasında olup biteceklerin hepsini biliyorum.”[15]
16- Selmân-i Fârisî, Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Benden sonra ümmetimin en çok ilim sahibi olanı, Ali b. Ebî Tâlib’dir.”[16]
17- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’ın babasından şöyle naklettiği rivâyet edilmiştir: “Ali (a.s)’ın kitabında (insanlar için) ihtiyaç olan her şey yazılıdır; hatta bir çiziğin, yaralanmanın ve hayvan ısırmanın (diyet-kısas hükümleri) bile.”[17]
18- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’dan nakledildiğine göre Emir-ül Mu’minin (a.s) İbn Abbâs’a şöyle buyurmuştur: “Allah, kuşların dilini bile bize öğretmiştir; Süleyman b. Dâvûd (a.s)’a öğrettiği gibi. Aynı şekilde karada ve denizde bulunan bütün canlıların dilini de.”[18]
2- İMÂM ALİ (A.S), ALLAH’IN KONUŞAN KİTABI
19- Emir-ül Mu’minin Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Şu (Kur’ân), Allah’ın suskun kitabıdır; ben ise Allah’ın konuşan kitabıyım.”[19]
3- KİTAB’IN İLMİ, İMÂM ALİ (A.S)’IN YANINDADIR
20- Fuzayl b. Yesâr, İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan Kur’ân’da geçen “…Bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)”[20] cümlesinin tefsirinde şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Bu âyet Ali (a.s) hakkında nazil olmuştur. O, Resulullah (s.a.a)’den sonra bu ümmetin âlimidir.”[21]
21- Yine İmâm Bâkır (a.s)’dan “O kâfirler: “Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)” âyetinin tefsirinde şöyle nakledilmiştir: “Kitap ilminin sahibi Ali (a.s)’dır.”[22]
22- Câbir de aynı âyetin tefsirinde İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan şöyle nakletmiştir: “O (kitap ilmine sahip olan kimse), Ali b. Ebî Tâlib’dir.”[23]
23- Ebû Basîr’den şöyle rivâyet edilmiştir: “İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)’a “De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında kitap ilmi bulunan (yeter)” âyetindeki “yanında kitap ilmi bulunan” kimse hakkında “Acaba o, Ali b. Ebî Tâlib (a.s) mıdır?” diye sorduğumda, “O’ndan başka kim olabilir ki?” diye cevap verdi.”[24]
4- İMÂM ALİ (A.S), RESULULLAH (S.A.A)’İN İLİM KAPISI
24- Resulullah (s.a.a): “Ali, benim ilmimin kapısıdır.”[25]
25- Resulullah (s.a.a): “Ben, öğrendiğim her şeyi, mutlaka Ali’ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır.”[26]
26- Ebûzer-i Gıfârî Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Ali, benim ilmimin kapısı ve ümmetime açıklayandır…”[27]
27- İbn Abbâs Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Rabb’imin huzuruna vardığımda, benimle konuştu ve münâcât etti; ben de öğrendiğim her şeyi Ali’ye öğrettim; o, benim ilmimin kapısıdır.”[28]
28- Resulullah (s.a.a): “Ben, bildiğim her şeyi Ali’ye de öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır.”[29]
29- Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a), Hayber fethedildiğinde bana buyurdu ki: “Sen, benim ilmimin kapısısın; senin evlatların, benim evlatlarımdır; senin etin, benim etimdir ve senin kanın, benim kanımdır.”[30]
5- RESULULLAH (S.A.A), İMÂM ALİ (A.S)’A BİN İLİM KAPISI ÖĞRETMİŞTİR
30- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): “Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’a bin kapı öğretti ki, her kapıdan da onun için bin kapı açıldı.”[31]
31- İmâm Muhammed Bâkır (a.s): “Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’a bin harf öğretmiştir ki, her harf, bin harfi açmaktadır.”[32]
32- Ebû Hazma Sumâli, İmâm Bâkır (a.s)’dan, Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a), bana bin kapı öğretmiştir ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır.”[33]
33- İmâm Cafer-i Sâdık: “Resulullah (s.a.a) Ali (a.s)’a bir kapı öğretti ki ondan bin kapı açılır.”[34]
34- Hz. Ali (a.s), soru sormak isteyen bir Yahudi’ye hitaben şöyle buyurdu: “İstediğiniz şeyden sorabilirsiniz. Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), bana ilimden bin kapı öğretmiştir ve her kapıdan benim için bin kapı ayrılmıştır. O halde sorun onlardan.”[35]
55- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babası İmâm Bâkır (a.s)’dan şöyle nakletmiştir: “Hiç şüphesiz Peygamber (s.a.a), Ali (a.s)’a bin kelime anlatmıştır ki her kelime bin kelimeyi açmaktadır.”[36]
36- Ebû Hamza Sumâlî, İmâm Zeyn-ül Âbidin (a.s)’dan şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’a bir kelime öğretti ki bin kelimeyi açmaktaydı ve o bin kelimenin her birisi ise bin kelimeyi açmakta.”[37]
37- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): “Resulullah (s.a.a), Ali (a.a)’a bir harf öğretti ki bin harfi açmaktaydı ve o bin harften her biri de bin harfi.”[38]
38- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s): “Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’ a bin kelime ve bin kapı vasiyet etti ki her kelime ve her kapı bin kelime ve bin kapıyı açmaktaydı.”[39]
39- Esbağ b. Nübâte, Emir-ül Mu’minin Ali (a.s)’dan şöyle duyduğunu nakletmektedir; buyurdu: “Hiç şüphesiz Resulullah (s.a.a) bana, geçmişte olan ve Kıyamet’e kadar olacak helal ve haramdan bin kapı öğretti ki, her kapı bin kapıyı açmaktadır ki toplam bir milyon kapı eder. Hatta ben ölümlerin belaların ve insanlar arasındaki ihtilaflarda nasıl hüküm verileceğinin ilmini biliyorum.”[40]
40- Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir. “Resulullah (s.a.a), dilini benim ağzıma koydu; bununla kalbimde bin ilim kapısı açıldı ki her birisinden de bin kapı açılmaktadır.”[41]
6- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER (S.A.A)’İN İLİM ŞEHRİNİN KAPISIDIR
41- İmâm Ali b. Musa Rızâ (a.s) babalarından Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali (a.s)’a hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ey Ali, ben ilim şehriyim, kapı da sensin. Şehre kapının dışında bir yerden ulaşacağını zanneden yalan söylemiştir.”[42]
42- Resulullah (s.a.a): “Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Evlere kapılarından girin.’[43] O halde, kim ilim istiyorsa, ona kapısından girsin.”[44]
43- Hamza b. Ebî Said-i Hudrî, babasından nakletmiştir; Resulullah (s.a.a)’den duydum ki şöyle buyuruyordu: “Ben ilim şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O halde kim ilim istiyorsa, onu Ali’den alsın.”[45]
44- Resulullah (s.a.a): “Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapsıdır. O halde şehre girmek isteyen, onun kapısından gelsin.”[46]
45- İbn Abbâs’tan nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O halde kim ilim isterse, kapıya gelsin.”[47]
46- İbn Abbâs’tan yine şöyle nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O halde kim ilim isterse, kapı tarafından gelsin.”[48]
47- İbn Abbâs’tan bir de şu şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır. O halde ilmi isteyen, şehrin kapısına gelsin.”[49]
48- Said b. Cübeyr, İbn Abbâs’tan nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ali, ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre ancak kapısından gelinir. Beni sevdiğini zannedip de sana buğz eden kimse, yalancıdır; zira hiç şüphesiz sen bendensin, ben de senden; senin etin, benim etimdir; senin kanın benim kanımdır ve senin ruhun, benim ruhumdandır…”[50]
49- Hz. Ali (a.s)’dan senetli bir şekilde nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben ilmin şehriyim ve Ali onun kapısıdır ve evlere ancak kapılarından girilir.”[51]
50- Esbağ b. Nübâte, Hz. Ali (a.s)’dan nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben ilmin şehriyim ve sen onun kapısısın. Ya Ali o şehre kapısının dışında bir yerden girebileceğini sanan kimse, yalancıdır.”[52]
7- İMÂM ALİ (A.S), PEYGAMBER (S.A.A)’İN İLİM HAZİNESİNİN ANAHTARIDIR
51- İmâm Rızâ (a.s), babaları (İmâm Kâzım (a.s) ve İmâm Sâdık (a.s)) kanalıyla İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’dan, o da Câbir b. Abdullah-i Ensârî’den şöyle nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Ben ilmin hazinesiyim ve Ali onun anahtarıdır; o halde kim hazineyi isterse, anahtara gelsin.”[53]
52- Resulullah (s.a.a): “Ali, benim ilmimin haznedarıdır.”[54]
8- İMÂM ALİ (A.S), FIKIH ŞEHRİNİN KAPISIDIR
53- Resulullah (s.a.a): “Ben fıkıh şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim ilim isterse, kapıya gelsin.”[55]
9- İMÂM ALİ (A.S), HİKMET ŞEHRİNİN KAPISIDIR
54- Câbir b. Abdullah-i Ensâri’den nakledilmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim şehre (girmeyi) istiyorsa, onun kapısına gelsin.”[56]
55- Resulullah (s.a.a): “Ben hikmet şehriyim ve Ali de onun kapısıdır. O halde kim hikmet isterse, kapıya gelsin.”[57]
56- Senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s) kanalıyla Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakledilmiştir: “Ben hikmet eviyim ve Ali onun kapısıdır. O halde kim hikmet isterse, onun kapısından gelsin.”[58]
57- Abdullah’tan şöyle nakledilmiştir: “Ben Peygamber (s.a.a)’in yanındaydım; Ali hakkında sorulunca, şöyle buyurdu: “Hikmet on parçaya bölünmüştür; bunlardan dokuz kısmı Ali’ye, bir kısmı ise (diğer) insanlara verilmiştir.”[59]
58- İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’a hitaben şöyle buyurmuştur: “Ey Ali, ben hikmet şehriyim ve sen onun kapısısın; şehre kapının dışında başka bir yerden asla girilmez.”[60]
10- BENİ KAYBETMEDEN, SORUN BANA
59- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) babaları kanalıyla Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakletmiştir; buyurdu: “Allah (azze ve celle)’nin kitabından bana sorun. Allah’a andolsun ki Allah’ın kitabından inen her âyetin gece veya gündüz mü, seferde veya hazerde mi indiğini Allah Resulü (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti.”[61]
60- İmâm Ali (a.s): “Allah’ın kitabından bana sorun; hiç şüphesiz ben her âyetin gece mi yoksa gündüz mü, sahrada mı yoksa dağda mı indiğini biliyorum.”[62]
61- Senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Sorun bana beni kaybetmeden! Ölümlerin, belaların ve neseplerin ilmini bilen kimseye sormak istemez misiniz?”[63]
62- İmâm Ali (a.s): “Ey insanlar, sorun bana beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben göğün yolları hakkında, yerin yollarından daha çok bilgi sahibiyim!…”[64]
63- İmâm Ali Rızâ (a.s), babaları kanalıyla İmâm Hüseyin (a.s)’dan şöyle nakletmiştir: “Emir-ül Mu’minin (salavatullahi aleyh) bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: “Kur’ân’dan bana sorun ki size kimin hakkında ve nerede nâzil olduğunu haber vereyim.”[65]
64- Ümery b. Abdullah şöyle demiştir: “Ali b. Ebî Tâlib (a.s), Kûfe minberinde bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu: “Ey insanlar, sorun bana, beni kaybetmeden; zira benim sinemde yüklü bir ilim vardır!”[66]
65- İmâm Ali (a.s): “Sorun bana, beni kaybetmeden; hiç şüphesiz ben Arş’ın altında sorulduğum her şeyden haber verebilirim!”[67]
66- İmâm Emir-ül Mu’minin (a.s): “Sorun bana, beni kaybetmeden; taneyi yaran ve insanı yaratan (Allah’a) andolsun ki ben Tevrat’ı, Tevrat ehlinden, İncil’i, İncil ehlinden ve Kur’ân’ı, Kur’ân ehlinden daha iyi bilirim!”[68]
67- Ebân, Selim’den şöyle nakletmiştir: “Kûfe mescidinde Hz. Ali (a.s)’ın yanında oturmuştum, insanlar da onun etrafını sarmıştı. İmâm (a.s) şöyle buyurdu: “Beni kaybetmeden Allah’ın kitabından bana sorun; Allah’a andolsun ki, Allah’ın kitabından inen her âyeti Resulullah (s.a.a) bana okudu ve onun tevilini bana öğretti…”[69]
11- PERDELER KALKSA, YAKİNİM ARTMAZ
68- Said b. Müsayyib diyor ki Ali (a.s) şöyle buyuruyordu: “Bana göklerin yollarından sorun; zira ben onları yerin yollarından daha iyi tanırım. Ve eğer perdeler kaldırılsa, benim yakinim artmaz!”[70]
69- Emir-ül Mu’minin Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir; buyurdu: “Eğer perdeler kalksa, benim yakinim artmaz!”[71]
12- İMÂM ALİ (A.S)’IN ELİFSİZ HUTBESİNDEN BÖLÜMLER
70- İbn Ebî’l Hadîd şöyle yazmaktadır: “Bu, bir çoklarının naklettiği elifsiz bir hutbedir. Nakledildiğine göre Resulullah (s.a.a)’in ashabından bir grup, harflerden hangisinin Arap kelimelerinde daha çok kullanıldığı konusunda tartıştılar ve hepsi bunun “Elif” harfi olduğunda ittifak ettiler. Orada bulunan Ali (a.s), her hangi bir ön hazırlık söz konusu olmadan, şu elifsiz hutbeyi okudu[72]:
“Minneti büyük, nimeti bol olan, rahmeti gazabından öne geçen, kelimesi eksiksiz olan, meşiyyeti geçerli olan ve hükmü yerine ulaşan kimseye (Allah’a) hamd ederim. O’na, rububiyetine ikrar eden, ubudiyetine boyun eğen, günahından ayrılan, onun tevhidine itiraf eden, azap vaadinden ona sığınan ve ondan mağfiret dileyen bir kimsenin hamdı gibi hamd ederim; öyle bir mağfiret ki onu akraba ve evlatlarından yüz çevirttiren (Kıyamet) gününün (sıkıntılarından) kurtarsın.
Biz, O’ndan yardım, irşâd ve hidâyet diliyoruz. O’na iman edip ona tevekkül ediyoruz. Ben O’na ihlaslı ve yakin ehli birisinin şehâdeti gibi şehâdet ediyorum. O’nun yeganeliğine imanlı ve yakinli birisi gibi inanıyorum. Mülkünde ortağı ve yaratışında yardımcısı olmadığına tereddütsüz inanan bir kulun tevhidi gibi onu birliyorum. O, herhangi birisinin kendisine danışman, vezir, muavin, yardımcı ve benzer olmasından yücedir…”[73]
13- İMÂM ALİ (A.S)’IN NOKTASIZ HUTBESİNDEN PASAJLAR
71- Hz. Ali (a.s)’dan nakledilen noktasız hutbenin bazı bölümleri şöyledir: “Bütün övgüler Allah’a mahsustur; o ki övgünün ehli ve yeridir. O’nun içindir hamdın en sağlamı ve en tatlısı, en mübareği ve en yukarı noktası, en temizi ve en yücesi, en değerlisi ve en iyisi! O Vahittir (yeganedir), Ehattır (tektir) ve Samettir (noksansız ve ihtiyaçsızdır). Ne babası vardır, nede evladı…
Bilin ki ilk olmak ona mahsustur; eşi-dengi yoktur. O’nun hükmünü reddedebilecek kimse yoktur. O’ndan başka ilah yoktur; O’dur “Melik” (padişah), “Selâm” (selamet veren), “Musavvir” (şekillendiren), Allâm (çok bilen), Hâkim (hüküm süren), Vedûd (çok seven-şefkatli), Mutahhir (temizleyici) ve Tâhir (temiz) olan. Onun işi beğenilmiş ve haremi bayındırdır. Kerem ve bağış O’ndan umulur. Kelamını size öğretmiş, nişanelerini göstermiş, hükümlerini sizin elinize sunmuş, helalini helal ve haramını haram kılmıştır. Muhammed (s.a.a)’e risâletini yüklemiştir; o Resul ki yücedir; efendidir, işi sağlamdır; temizlenmiş bir temizdir; Ademoğullarından, doğumu en temiz olanı, yıldızı en çok parlayanı, en çok sabit ve sağlam olanı, dalı hepsinden daha canlı ve taze olanı, ahdine en sâdık olanı, genç ve ihtiyarlarının en değerli olanıdır…
Allah’ım, hamd ve devamı, mülk ve kemali, sana mahsustur. O’ndan başka ilah yoktur; O’nun Hilmi, bütün hilimleri kapsamış; O’nun hükmü her hükmü sağlamlaştırmış, O’nun ilmi her ilmi alt etmiştir.”[74]
14- İMAM ALİ (A.S); ÜMMETİN EN İYİ HÜKÜM VERENİDİR
72- İki kişi arasındaki bir ihtilafta Ali (a.s)’ın verdiği bir hüküm hakkında Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali b. Ebî Tâlib, sizin aranızda Allah’ın hükmüyle hükmetmiştir.”[75]
73- Resulullah (s.a.a): “Sizin, (yargılarda) en iyi hüküm vereniniz Ali’dir.”[76]
74- Resulullah (s.a.a): “Ali, ihtilaflar hakkında hüküm vermede insanların en bilgilisidir.”[77]
75- Senetli bir şekilde Resulullah (s.a.a)’den şöyle nakledilmiştir; buyurdu: “Benden sonra sünnete ve (yargılarda) hüküm verme hususunda, ümmetimin en bilgilisi Ali b. Ebî Tâlib’dir.”[78]
116- Senetli bir şekilde İbn Abbâs’ın Resulullah (s.a.a)’den şöyle rivâyet ettiği nakledilmiştir; buyurdu: “Ali b. Ebî Tâlib, benden sonra ümmetimin en bilgilisi ve ihtilaf ettikleri konularda en iyi hüküm verenidir.”[79]
117- Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a) beni (temsilcisi olarak) Yemen’e gönderdi. Ben ‘Ya Resulallah, benim daha yaşım küçüktür’ dediğimde, Allah Resulü elini benim göğsüme koyarak şöyle buyurdu: ‘Git; hiç şüphesiz Allah senin dilini sabit kılıp kalbini hidâyet edecektir.” Hz. Ali (a.s) sonra şöyle buyurmuştur: “Ondan sonra ihtilaf edipte karşıma gelen iki hasım arasında vereceğim hüküm hakkında asla tereddüde düşmedim.”[80]
118- Yine senetli bir şekilde Hz. Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Resulullah (s.a.a), beni Yemen’e gönderdi. Ben ‘Ya Resulallah dedim, beni onların arasında hüküm vermek için gönderiyorsunuz, oysa ben bir gencim ve nasıl yargılayıp hüküm vereceğimi bilmiyorum.” Bunun üzerine Allah Resulü eliyle benim göğsüme vurdu; sonra şöyle buyurdu: “Allah’ım, onun kalbini hidâyet et ve dilini sabit kıl!” Hz. Ali şöyle devam etmiştir: “Ondan sonra iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüde düşmedim.”[81]
15- İMÂM ALİ (A.S)’IN TAVİZSİZLİĞİ
79- İmâm Ali (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir: “Canıma andolsun ki ben hakka muhalefet eden ve yolunu sapmış kimselere karşı tavizkar ve gevşek davranmayacağım.”[82]
80- Resulullah (s.a.a): “Ali’den şikâyet etmeyin; zira o, Allah’ın zâtı hakkında katıdır ve müdâra ehli değildir.”[83]
81- Resulullah (s.a.a): “Ali, dinin direğidir.” Yine şöyle buyurmuştur: “Bu (Ali), benden sonra hak uğruna insanlara kılıç sallayacaktır!”[84]
İMÂM ALİ (A.S)’IN VERDİĞİ HÜKÜMLERDEN ÖRNEKLER
16- BİR OLAYDA BEŞ KİŞİ ARASINDA VERDİĞİ HÜKÜM
82- Senetli bir şekilde Esbağ b. Nübâte’den şöyle nakledilmiştir: “Beş kişiyi zina suçuyla Halife Ömer’in yanına getirdiler. Halife, onların her birisine şer’î had uygulanması için emir verdi. Orada hazır bulunan Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: ‘Ya Ömer, bu onların hakkında verilmesi gereken hüküm değildir.’ Ömer ‘O halde (uygun) haddi onlara siz uygulayın’ dediğinde, Hz. Ali (a.s), onlardan birsini öne alıp boynunu vurdu; diğer birisini recm etti; bir diğerine kırbaç haddi uyguladı; dördüncüsüne bir haddin yarısı kadar (elli kırbaç) vurdu; beşincisini ise mazur gördü ve serbest bıraktı. Bunu gören Halife Ömer, hayrete düştü; insanlar da şaşırıp kaldı. Ömer şöyle dedi: ‘Ey Ebalhasan, tek bir olayda suçlu olan beş kişiye ayrı ayrı beş hüküm uyguladın ki hiçbirisi diğerine benzemiyor (bunun sebebi nedir)?’ Hz. Emir-ül Mu’minin (a.s) şöyle buyurdu: ‘Bunlardan birincisi zimmî (İslam devletinde yaşayan kitap ehli) idi; (işlediği suç ile) zimmîlik vasfını kaybettiği için haddi kılıçtan başka bir şey değildi. İkincisi evli bir kişi olduğu için haddi recm idi. Üçüncüsü bekar olduğu için haddi yüz kırbaç idi. Dördüncüsü köle olduğu için cezası kırbaç haddinin yarısı idi. Beşincisi ise akılsız bir deli idi (ve dolayısıyla her hangi bir cezayı hak etmemişti).”[85]
17- BİR ERKEK VE BİR KIZ ÇOCUK ÜZERİNDE İHTİLAF EDEN İKİ CARİYE
83- Câbir Cu’fî, Temim b. Huzâm el-Esedî’den şöyle nakletmiştir: “Halife Ömer’in yanına bir erkek ve bir de kız çocuk üzerinde ihtilaf eden iki cariye getirildi. Ömer şöyle dedi: ‘Sıkıntıları gideren Ebûlhasan (Ali) nerededir?’ Hz. Ali’yi yanına çağırdılar ve o olayı kendisine anlattı. Hz Ali, iki şişe istedi ve onların ağırlığını tarttı. Daha sonra cariyelerden her birisinin şişelerden birisine sütlerini sağmasını emretti. Ardından sütleri tarttı ve biri diğerinden ağır geldi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Erkek evlat, sütü ağır gelen cariyenindir, kız evlat ise sütü hafif olanın.’ Bunu gören Halife Ömer ‘Bu hükmü neye dayanarak söyledin Ey Ebelhasan?’ diye sorunca, Hz. Ali şöyle buyurdu: ‘Çünkü Allah, erkeğin payını kadının payının iki katı olarak belirlemiştir!”[86]
18- İKİ KADININ BİR ÇOCUK ÜZERİNDEKİ İHTİLAFI
84- Rivâyet edildiğine göre Halife Ömer zamanında iki kadın bir çocuk üzerinde ihtilaf etti; her birisi çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ediyordu ve hiçbirisinin şahidi yoktu. Meselenin hükmünü bilmeyen Halife Ömer, hüküm vermesi için Emir-ül Mu’minin (a.s)’a sığındı. Ali (a.s), iki kadını yanına çağırdı. Onlara vaaz edip korkuttu. Kavga ve ihtilafta devam edince, ‘Bana bir testere getirin!’ buyurdu. Bunu gören kadınlar ‘Testereyi ne yapacaksın?’ diye sordular. Şöyle buyurdu: ‘Çocuğu ikiye ayırıp her bir parçasını sizden birisine vereceğim.’ Bunu duyan kadınlardan birisi susup bir şey söylemedi. Ama diğeri şöyle dedi: ‘Ey Ebelhasan, seni Allah’a yemin veriyorum ki eğer illa da bunu yapacak isen, ben hakkımdan vazgeçip çocuğu ona bırakıyorum.’ Ali (a.s) bunu duyunca ‘Allah-u Ekber dedi, bu senin çocuğundur, onun değil; eğer onun olsaydı çocuğa acır ve ona şefkatli davranırdı.’ Durum buraya varınca, diğer kadın da hakkın diğer kadından yana olduğunu ve kendisinin çocuğun sahibi olmadığını itiraf etti. Ömer buna sevindi ve hüküm vermedeki sıkıntısını giderdiği için Emir-ül Mu’minin (a.s)’a dua etti.”[87]
19- BİR EMANET OLAYINDA VERDİĞİ HÜKÜM
85- Senetli bir şekilde Haneş b. Mu’temer’den şöyle rivâyet edilmiştir: “İki kişi Kureyş’ten bir kadının yanına gelerek yüz dinar onun yanında emanet olarak bırakıp şöyle dediler: ‘Bu emaneti bizden herhangi birimiz tek başına gelip isterse, ona vermeyeceksin; ancak ikimiz bir arada gelirsek, emaneti teslim edeceksin.’ Aradan bir yıl geçtikten sonra iki kişiden birisi kadının yanına gelerek şöyle dedi: ‘Arkadaşım vefat etti; dolayısıyla dinarları bana teslim et.’ Kadın bundan sakındı; ancak adam kadının akrabalarını devreye sokarak onun üzerinde baskı kurmaya çalıştı ve bilahare kadın vermeye mecbur kaldı. Sonra aradan bir yıl daha geçti. Bu sefer diğer adam kadına gelerek dinarları ondan istedi. Kadın onun cevabında şöyle dedi: ‘Arkadaşın senin öldüğünü zannettiği için bana gelip dinarları istedi; ben de ona verdim.’ Adam bunu kabul etmeyince aralarındaki ihtilaftan dolayı Halife Ömer’in yanında dava açtılar ve adam Halife’nin kadının aleyhine hüküm vermesini istedi. Ömer adamı haklı bularak kadına ‘Sen sorumlusun (adamın parasını kendisine vermelisin)’ dedi. Kadın şöyle dedi: ‘Seni Allah’a yemin veriyorum, bizim hakkımızda hüküm verme ve bizi Ali b. Ebî Tâlib’in yanına gönder.’ Ömer de öyle yaptı. Hz. Ali (a.s) o iki kişinin kadına hile yaptıklarını anlayınca, ona şöyle dedi: ‘Siz ikiniz kadına ’emaneti bizden yalnız gelene verme’ dememiş miydiniz?’ Adam ‘Evet’ dedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Malın bizim yanımızdadır; git arkadaşınla birlikte gel, malınızı size iade edelim.’ Hz. Ali’nin bu hükmü Ömer’e ulaşınca şu cümleyi kullandı: ‘Allah beni Ali b. Ebî Tâlib’den sonra yaşatmasın.”[88]
[1]- El-İhtisâs, s.272, El-Kâfi, c.1, s.265, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.209 (az farkla).
[2]- Bihâr-ül Envâr, c.26, s.147.
[3]- Bihâr-ül Envâr, c.40, s.209
[4]- El-İhtisâs, s.272.
[5]- Tefsîr-ül Ayyâşî, c.1, s.15
[6]- Tefsîr-ül Ayyâşî, c.1, s.17
[7]- Tefsir-ül Ayyâşî, c.1, s.17.
[8]- Menâkıb-u Âl-i Ebî Tâlib, c.2, s.41.
[9]- El-İhticâc, c.1, s.74.
[10]- Besâir-üd Derecât, s.290.
[11]- Besâir-üd Derecât, s.292, El-İhtisâs, s.272, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.208 (az farkla).
[12]- İhkâk-ül Hak, c.15, s.399.
[13]- İhkâk-ül Hak, c.15, s.377.
[14]- İhkâk-ül Hak, c.15, s.397.
[15]- Besâir-üd Derecât, s.127.
[16]- Keşf-ül Ğumme, c.1, s.113, El-Gadîr, c.3, s.96 (cüzî farkla).
[17]- Bihâr-ül Envâr, c.26, s.50.
[18]- Besâir-üd Derecât, s.344.
[19]- Vesâil-üş Şia, c.18, s.20.
[20]- Ra’d, 43.
[21]- Tefsir-ül Ayyâşî, c.2, s.221.
[22]- Bihâr-ül Envâr, c.35, s.430.
[23]- Besâir-üd Derecât, s.213.
[24]- Bihâr-ül Envâr, c.35, s.431.
[25]- İhkâk-ül Hak, c.15, s.566, El-Mürâciât, s.153.
[26]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.501, Et-Terâif, s.77 (az farkla).
[27]- İhkâk-ül Hak, c.7, s.213, Yenâbî-ül Mevedde (Kunduzi-i Hanefi), s.235.
[28]- İhkâk-ül Hak, c.6, s.461, Et-Terâif, s.77 (az farkla).
[29]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.501.
[30]- İhkâk-ül Hak, c.6, s.448.
[31]- Besâir-üd Derecât, s.302, El-İhtisâs, s.276, Bihâr-ül Envâr, c.26, s.29 (az farkla).
[32]- El-Kâfi, c.1, s.356.
[33]- Bihâr-ül Envâr, c.26, s.29, El-İhtisâs, s.276, Kenz-ül Ummâl, c.13, s.114 (az farkla).
[34]- Bihâr-ül Envâr, c.26, s.29.
[35]- Keşf-ül Yakîn, s.432.
[36]- El-İhtisâs, s.279.
[37]- El-İhtisâs, s.279.
[38]- El-İhtisâs, s.278.
[39]- Bihâr-ül Envâr, c.40, s.132, Gâyet-ül Merâm, s.519 (az farkla).
[40]- El-İhtisâs, s.276, Gâyet-ül Merâ, s.519, Bihâr-ül Envâr, c.26, s.30, İhkâk-ül Hak, c.6, s.41 (az farkla).
[41] İhkâk-ül Hak, c.6, s.42.
[42]- Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib, s.85.
[43]- Bakara, 185.
[44]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.494, Yenâbî-ül Mevedde, s.65.
[45]- El-İrşâd, s.22, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.203, İsbât-ül Hüdât, c.2, s.144.
[46]- Fezâil-ül Hamse, c.2, s.251, Kenz-ül Ummâl, c.13, s.148, Câmi-ül Ehâdis (Suyûtî), c.16, s.259, İhkâk-ül Hak, c.5, s.500, Müstedrek-üs Sahihayn (Hâkim Nîşâbûrî), c.3, s.127, El-İmâm Ali, c.2, s.464 (az farkla).
[47]- Keşf-ül Ğumme, c.1, s.113, İsbât-ül Hüdât, c.2, s.246, Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib, s.83, Yenâbî-ül Mevedde, s.234, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.203.
[48]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.470.
[49]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.476.
[50]- Yenâbî-ül Mevedde, s.28, İsbât-ül Hüdât, c.1, s.499 (az farkla).
[51]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.498, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.206 (az farkla)
[52]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.497.
[53]- İsbât-ül Hüdât, c.2, s.31, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.201.
[54]- El-Gadîr, c.3, s.96.
[55]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.505, Tezkiret-ül Havâs, s.52.
[56]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.504, El-İmâm Ali, c.2, s.463 (az farkla).
[57]- Fezâil-ül Hamse, c.2, s.249, Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib, s.86, İhkâk-ül Hak, c.5, s.502, İsbât-ül Hüdât, c.2, s.97 (az farkla).
[58]- İhkâk-ül Hak, c.5, s.510, Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib, s.87 (cüzî farkla).
[59]- Menâkıb-u Ali b. Ebî Tâlib, s.287, İhkâk-ül Hak, c.5, s,517, El-Gadîr, c.3, s.96, İrşâd-ül Kulûb, s.212, Keşf-ül Ğumme, c.1, s.113 (az farkla), Kenz-ül Ummâl, c.13, s.146.
[60]- Kemâl-üd Din, s.241, Bihâr-ül Envâr, c.40, s.203.
[61]- El-İhticâc, c.1, s.388.
[62]- İhkâk-ül Hak, c.7, s.586.
[63]- Bihâr-ül Envâr, c.26, s.147.
[64]- Bihâr-ül Envâr, c.10, s.128, Nur-üs Sekaleyn Tefsiri, c.1, s.424, Yenâbi-ül Mevedde, s.66.
[65]- Bihâr-ül Envâr, c.92, s.79, Uyûn-u Ahbâr-ir Rızâ, c.2, s.67.
[66]- El-Fusûl-ül Mie, c.4, s.196.
[67]- Kenz-ül Ummâl, c.13, 165.
[68]- Kitâb-u Selîm b. Kays, s.22.
[69]- Kitâb-u Selîm b. Kays, s.213.
[70]- Tezkiret-ül Havâs, s.34.
[71]- Mesâbîh-ül Envâr, c.1, s.30, El-Meheccet-ül Beyzâ, c.4, s.203, Gurer-ül Hikem, Hadis: 603, İrşâd-ül Kulûb, s.212, Keşf-ül Ğumme, c.1, s.170 (az farkla), Tezkiret-ül Havâs, s.34.
[72]- Bu “Elif”siz hutbenin orijinalini görmek isteyenler, verilen kaynaklara mürâcaât edebîlirler.
[73]- Tefsîr-ül Ayyâşî, c.87, Fezâil-ül Hamse, c.2, s.256 (az bir farkla).
[74]- Tefsîr-ül Ayyâşî, c.1, s.100.
[75]- Keşf-ül Yakîn, s.67.
[76]- Keşf-ül Yakîn, s.45, El-Gadir, c.3, s.96, El-Kâfî, c.7, s.425.
[77]- İhkâk-ul Hak, c.15, s.395.
[78]- İhkâk-ul Hak, c.4, s.324
[79]- El-İrşâd, s.22.
[80]- El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.268.
[81]- Fezâil-ül Hamse, c.2, s.260, El-Menâkıb (Hârezmî), s.13, Kenz-ül Ummâl, c.13, s.120, İhkâk-ul Hak, c.8, s.39 (az farkla).
[82]- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 24
[83]- Behc-üs Sebâğa, c.4, s.129, İhkâk-ul Hak, c.4, s.244, Bihâr-ül Envâr, c.21, s.374 (az farkla).
[84]- El-Kâfî, c.1, s.354.
[85]- Et-Tehzîb, c.10, s.50, El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.331.
[86]- El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.332, Menâkıb-u Âl-i Ebî Tâlib, c.2, s.368’den naklen.
[87]- El- İrşâd, s.110, Keşf-ül Yakîn, s.68, Menâkıb-u Âl-i Ebî Tâlib, c.2, s.367 (az farkla)
[88]- El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.334, El-Gadîr, c.6, s.126, El-Fakîh, c.3, s.19 (az farkla).
Hazırlayan : Musa Aydın