Alevilik-Namaz-Cami
Alevilik-Namaz-Cami’
Aleviliği İslam’dan uzaklaştırmak için yapılan çeşitli çalışmalar ve bunların tarihinden bahsetmek inanın hem uzun hem de meşakatli bir iş olacaktır. Bu sebepten ben bu çalışmamda Aleviliği temel anlayışından koparmak için ortaya konan batıl ve çelişkili düşüncelerden yalnızca birkaçı üzerine durmak istiyorum.
Bir inancı, düşünceyi, yolu bozmak, yozlaştırmak isteyenlerin her yüzyılda farklı araçlarla kullandıkları yöntemler hemen hemen aynıdır. Batıl bir düşünceyi o inancın içine koymaya çalışmaktaki amaç ise söz konusu inancın yozlaştırılmak suretiyle temel tağutî hedeflere ulaşıp kişisel dünyevi çıkarlar sağlamaktır. İşte bu minval üzerine Alevilik üzerinde de yüzyıllardır çok çeşitli oyunlar oynanmıştır. Özellikle 20. yy.ın son çeyreğinden günümüze kadar gelen süreç içerisinde ne olduğu tam olarak tanımlayamayan, her düşünce ve inançtan beslenmiş olan bukalemun misali ortama göre ayak uyduran Bektaşilik hastalığı Alevilerin üzerine veba misali bela edilmiştir. Evvela asıl, esas adı Şiilik olan bu inancın adını Alevilik olarak değiştirmekteki niyet gerçekten de Anadolu coğrafyasında yaşayan Şiileri (Alevileri) öz inancından koparma çabasından başka bir şey değildir. Bu ve benzeri birçok bozma, yozlaştırma faaliyetlerini incelediğimizde bu oyunları oynayan muaviyeci zihniyetin batıl amaçlarına gitmek için İslamî gerçekliklerden, ritüellerden, anlayışlardan, kaynaklardan faydalanmış olduklarını görmekteyiz. Tabi burada batıl düşüncelere gösterilen referansların hakikat olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Daha ziyade bu referanslar “çarpıtma” yöntemiyle ortaya konulmuştur, tıpkı Muaviye’nin konuşan Kuran İmam Ali (as)’ye karşı Kuran’ı referans göstermesi gibi.
Mesela, Aleviler camiye gitmez, denildi. Neden, peki? “Çünkü İmam Ali (as) orada şehit edilmiştir. Çünkü camilerde Emeviler zamanında Ehl-i Beyt (as)’e lanet edilmiştir. Çünkü Sivas’ta canlı canlı insan yakanlar camiden çıkıp gelmişlerdir. Hem cami yokken Allah resulü evlerde ibadet ederdi. Demek ki İslam’ın gerçek ibadethanesi evlerdir, yani cemevleridir. Zaten kırklar ceminde görüyoruz ki Ehl-i Beyt (as) cem etmişlerdir. Namaz dediğiniz şey esasta ibadet şekli açısından putperestliği andırmaktadır. Hem Kuran’da namaz yoktur, salât vardır. Salât ise dua demektir. Her zaman her yerde olur. Namazda şekilcilik yanlıştır. Camiler Emevî uydurması kurumlardır. İslam’la ilgisi yoktur.” Ve benzeri birçok İslamî kaynakların çarpıtılması olarak ortaya konulmuş referansla karşılaşmak mümkündür.
Yazının sıkıcı olmaması için fazla uzun olmasını istemiyorum. Bu yüzden bu çarpıtmalara kısaca değineceğim. Öncelikle söz konusu düşüncelerin hiçbir sağlam temeli yoktur. Hiçbir bilimsel gerçekliği yoktur. Sadece çarpıtmalar yoluyla akıl karıştırmak istenilmiştir. Daha dün Kuran’a karşı olanların, sosyalizm ekseninde dinlerin insanları yönetmek için uydurulduğunu söyleyenlerin, Alisiz Aleviliği savunanların bugün Kuran’dan referans göstermeleri ilginç bir durumdur. Bu durumu olumlu bir gelişme olarak düşünmek isterdik ama maalesef hakikat öyle değil.
“Aleviler camiye gitmez çünkü İmam Ali (as) orada şehit edildi.” düşüncesinin ne kadar içi boş, temelsiz olduğu ortadadır. İmam Ali (as)’nin camide şehit edilmesi onun takipçilerinin oradan uzaklaşma sebebi olamaz. Bilakis daha fazla oraya gitmek gerekir. İmam Ali (as)’nin camide sabah namazı esnasında ve Ramazan ayında oruçlu iken şehadeti şereflendirmesinin onun tarafından bize verilmiş çok önemli bir ders olduğunu düşünüyorum. Bu ders, namazın ve Ramazan orucunun İmam Ali (as) takipçileri için ne derece önemli olduğu dersidir. İmam Ali (as)’nin yaşamında birçok yerde namaza ne derece önem verdiğini görmek mümkündür.
Bazılarını alıntılamamız yeterli olacaktır:
İmam Ali (a.s): “Allah Resulü (s.a.a) akşam yemeğini ve diğer yemekleri namazdan öne geçirmezdi. Namaz vakti geldiğinde adeta ne aile ne de şefkatli bir dost tanıyordu.” (Tenbih’ul Havatir, 2/78)
İmam Ali (a.s): “Namaz her takva sahibinin Allah’a yakınlaşma sebebidir.” (el-Hisal, 620/10)
İmam Ali (a.s) Muhammed bin Ebi Bekri Mısır’a vali tayin edince ona şöyle tavsiyede bulundu: “Namazının nasıl olduğuna bir bak. Zira sen halkının imamısın. Namazı kâmil bir şekilde yerine getirmen, hafife almaman gerekir. Zira her kim halk için imamlık eder ve namazlarında eksiklik olursa günahları onun (imamın) boynunadır. Onların namazından hiçbir şey eksilmez. O halde namazı kâmil bir şekilde eda et ve namaza dikkat göster ki sen de onlar gibi sevaba erişesin. Bu onların sevabından bir şeyi azaltmaz.” (Emali et-Tusi, 29/31)
İmam Ali (a.s) şehirlerin valilerine yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Onlarla (halkla) en zayıfları gibi namaz kıl ve namazda fitne çıkarmaya çalışma.” (Nehc’ul Belağa, 52. Mektup)
Üstelik işin ehemmiyeti bu kadarla sınırlı değildir. Çok daha fazla öneme sahip bir meseledir bu. Başka bir cevap olarak da şöyle söylemek mümkündür: Eğer İmam Ali (as) camide şahadeti şereflendirdiği için camiye gitmemek, namaz kılmamak, Ramazan orucu tutmamak gerekseydi, onun evlatları olan diğer on bir masum imam namaz kılmaz, Ramazan orucu tutmaz, camiye gitmezlerdi. Onun torunu Seccad (çok secde eden) lakabıyla anılmazdı. Burada bir parantez içinde namazın putperestlikten geldiğini söyleyenlere bir cevap vermek gerekir. Onlar bu düşünceleriyle 4. İmam (as)’a hakaret etmiş oluyorlar. Çünkü o Seccad’dı, yani çok secde ederdi. Öyle ki bu isim ona lakap olmuştu. Nasıl olurda masum ve ilim şehrinin kapısı, sınırı olan imamlar putperest kökenli yani ilahi olmayan bir temelden gelen bir ibadete bu kadar sıkı sıkıya sarıldılar? Bu düşünce Aleviliğin temel inançlarından olan imamet inancıyla, masumiyet inancıyla taban tabana zıt, temelsiz, uydurma bir düşüncedir.
İmam Ali (as)’nin savaş meydanında çarpışmanın en çetin olduğu vakitte namazı düşünmesi ve yandaşlarından birinin bu durumda namazın sırası olmadığını söylemesi üzerine ne cevap verdiğini elbette biliyoruz: Biz namaz ayakta kalsın diye savaşmıyor muyuz?
İmam Hüseyin (as) Kerbela’da Aşura gecesi ibadet etmek, namaz kılmak, Allah’ı anmak için, dua etmek için düşmanlarından niçin bir günülük müsaade istemiş olabilir?
Şu tarihi vakaya dikkat etmekte fayda vardır: Aşura günü öğle namazı vakti, Ebu Semame-i Saydavi İmam Hüseyin (a.s)’a şöyle arz etti:
“Ya Eba Abdullah! Canım size feda olsun! Düşmanın ordusu size yaklaştı, Allah’a ant olsun ki, ben senin huzurunda öldürülmedikçe sen öldürülmeyeceksin; gönlüm, seninle öğle namazı kıldıktan sonra Rabbimi mülakat etmeyi (şahadet şerbetini içmeyi) istiyor.”
İmam Hüseyin (a.s) göğe doğru bakarak şöyle buyurdular:
“Bize namazı hatırlattın, Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, namazın ilk vaktidir. Bu halktan, namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin.”
Hasin bin Numeyr, İmam Hüseyin’in sözünü duyunca şöyle seslendi: “Sizin namazınız Allah katında kabul değildir.”
Habib bin Mezahir onun bu sözüne karşılık şöyle dedi: “Ey alçak! Resulullah’ın oğlunun namazının kabul olmayıp da senin namazının kabul olacağını mı zannediyorsun?”
Daha sonra Züheyr bin Kayn ve Said bin Abdullah, İmam Hüseyin (a.s)’ın namaz kılması için Hazreti korumak amacıyla O’nun önünde durdular; İmam (a.s) da az bir yareniyle namaz kıldılar. Said bin Abdullah, kendisini İmam’a taraf atılan oklara siper ediyordu, bedenine o kadar ok isabet etti ki, ayaküstünde duramayıp yere düşerek şöyle dedi:
“Allah’ım! Âd ve Semud kavmine lanet ettiğin gibi bu kavme de (Kufe halkına da) lanet et! Allah’ım! Benim selamımı Peygamberine ulaştır; O’nu bunca yaraların acısından haberdar et; çünkü bu işten hedefim, Peygamberinin oğluna yardım etmektir.”
Said, bu olaydan sonra şahadete erişti. Allah’ın rahmet ve rızvanı ona olsun. (Bihar, c. 45, s. 21 )
İmam Hüseyin (as) in namaza ne derece ehemmiyet verdiğini bu alıntıyla daha net olarak görmüş olduk. İmam Hüseyin (as)in takipçisi olan Aleviler nasıl olur da namaza karşı olabilirler. Gerçek Alevilik Ehl-i Beyt (as)’in yolundan gitmekse onlar gibi ibadet etmemiz gerekmez mi?
“Aleviler camiye gitmez çünkü camilerde Emeviler zamanında Ehl-i Beyt (as)’e lanet edilmiştir.” düşüncesine gelince durum yukarıda konu edinilenlerden farklı değildir. İmam Ali (as)’nin camide şehit edildiği bahanesine verilen cevaplar bunun içinde geçerli ve yerindedir. Bunlara ek olarak şöyle söylemek mümkündür: Evet, İmam Ali (as)’ye, Ehl-i Beyt (as)’e lanet edilen camilere gitmeyin. Zaten Ehl-i Beyt (as) ve takipçileri de gitmemişlerdir. Ama kendi camilerine yani Ehl-i Beyt (as)’in velayetinden, faziletinden, imametinden söz edilen Ehl-i Beyt Mektebi fıkhının, öğretilerinin kabul gördüğü camiler inşa etmiş ve oralara gitmişlerdir. Peki, Ehl-i Beyt (as)’in kendisi bile böyle yapmışken bizim böyle bir bahane arkasına sığınmamız doğru mudur?
“… çünkü Sivas’ta canlı canlı insan yakanlar camiden çıkıp gelmişlerdir.” İşte bu tarihi olay da bizi haklı çıkarmaktadır. Alevileri camiden uzaklaştırmak için oynanan oyunların gerçekliliğe bir delil olur bu. Kasıtlı olarak oynanmış bir oyundu Sivas katliamı. Amacı ise Alevileri İslamî motiflere düşman etmekti. Oysa toplumumuz burada bilerek yanlışa yönlendirilirken uyanık olmamız gerekirdi. Ehl-i Beyt öğretileri canlı canlı insan yakmaya müsaade etmez. Mecburiyet olmadıkça savaşa karşıdır. Son ana kadar barış için çaba harcamak gerektiği düşüncesi vardır. Hâl böyleyken kışkırtmacı bir eylemi Ehl-i Beyt (as)’in yaşamından, sözlerinden verilen onca örneğe rağmen camiye gitmemeye bahane olarak sunmak doğru mudur? “Yok, efendim adam camiye gidiyor, haram yiyor, cana kıyıyor, canlı canlı adam yakıyor.” Camiye gidenlerin hepsi öyle mi? Bu genelleme neden? Sen öyle olma! Camiye git ama öyle olma. Neden camiye gitmenin bir sonucu olarak gösteriyorlar bunu? Elbette ki Alevileri cami kavramından uzaklaştırmak için… Biz kimseyi Ehl-i Beyt (as)’e lanet edilen, sonra gidip canlı canlı insan yakılan camilere davet etmiyoruz. Bizim söz ettiğimiz camiler Ehl-i Beyt (as) camileridir. Onların veladetlerinin kutlandığı, şahadet günlerinde matemlerinin tutulduğu, Ehl-i Beyt (as)’in sözleriyle, davranışlarının anlatıldığı toplantılarla nurlanan camilerden söz ediyoruz.
Tevbe suresi 107–108. Ayetlere bakalım:
107- Zarar vermek, kâfirlikte bulunmak, inananların aralarını açmak, daha önce Allah’la ve Peygamberiyle savaşanın gelmesini gözlemek için mescit kuranlara gelince: Biz ancak iyilik istemekteyiz diye yemin edecekler ve Allah’sa tanıklık etmektedir ki onlar yalancıdır.
108- Orada hiçbir zaman namaz kılma. İlk günden itibaren Allah’tan çekinmek ve ona itaât etmek temeli üstüne kurulmuş olan mescit, elbette namaz kılmana daha lâyıktır. Orada öyle erler var ki arınmayı severler ve Allah, temizlenip arınanları sever.
Evet, ayetler peygamberin bazı mescitlere gitmemesini orada namaz kılmamasını söylüyor. Hiç namaz kılma demiyor. Kötü niyetle kurulan mescitler yerine Allah’a itaat etmek temeli üstüne kurulmuş mescitlerde namaz kılmak bu işe daha layıktır, deniliyor. Buradan camiyi kötülemek, camiye gitmemek anlamı çıkmaz. Bunu bu şekilde yorumlayanlar sonraki ayette bahsedilen zalim topluluktan olmaz mı?
“Cami yokken Allah resulü evlerde ibadet ederdi. Demek ki İslam’ın gerçek ibadethanesi evlerdir, yani cemevleridir.” Bu düşüncede gerçekten çarpıtmadan öte değildir. Evet, Peygamber (saa) camiler yapılmamışken evlerde ibadet ediyorlardı, hatta camiler yapıldıktan sonra da evlerde ibadet ediyorlardı. Bunu Cemevlerini İslamî bir temele dayandırmak için referans göstermek gerçekten çok ahmakçadır. İsimlerde takılmadan, işlevlere bakmak gerekir. Ehl-i Beyt (as) camilerde namaz kılıyordu, evlerde de namaz kılıyordu. Hiçbir zaman semah dönmediler, saz çalmadılar, kırklar cemi denilen toplantı hiçbir zaman olmadı. Gerçekçi olalım! Olmayan bir şeyi nasıl onlara atfediyorlar. Bu vicdansızlıktır ve büyük bir vebaldir. Yok, illa da oldu diyen varsa bunun tarihi vesikalarını sunsun. Hangi tarihi vesikada böyle bir şey var. Ben size Ehl-i Beyt yolunda namaz olduğuna dair bir sürü sağlam delil sunabilirim. Oysa Ehl-i Beyt (as)’in semah döndüğünü, saz çaldığını iddia eden varsa çıksın tek bir tane sağlam bir delil sunsun! Biz bunu çok yerde istedik ama böyle bir delil sunan yok. Sunamazlar çünkü böyle bir şey yok. Sünnilikten gelen tasavvuf ritüellerini İslam’ın ve Aleviliğin özü olarak sunmaya çalışmak gerçekte nedir artık siz düşünün. Durum böyle olduğu için asla ve asla Ehl-i Beyt’ten delil sunamıyorlar. Sadece bir iki Bektaşi kaynağı olarak bilinen eserden, değiştirilmeye çok müsait şiirlerden ortaya konan referanslar var. Zaten bunlar yeterli olmayacağı için gerçek İslamî kaynakları referans olarak gösterme çabaları var. Bunu da yapamadıkları için mecburen çarpıtma yoluna başvuruyorlar. Burada düşünmek gerekir ki bir Alevi öncelikle Ehl-i Beyt (as)’in yolunu, sözlerini, davranışlarını kendine referans almak durumunda değil midir? Bir tarafta Ehl-i Beyt (as) tarafından bize ulaşmış ve doğruluğu bilimsel olarak ispatlanmış hadisler, sözler, öğretiler var; diğer tarafta ise Ehl-i Beyt (as) ile ilgisi olmayan ama onlara atfedilen temeli tasavvufa dayanan başka sözler ve öğretiler var. Tercih kişinin kendine aittir.
İslâm’ın ilk tebliğ yıllarında camide ibadet edilmemesinin evlerde ibadet edilmesinin sebebi ise o zamanki şartlar dâhilinde düşünülmelidir. Biraz empati yapmakta fayda var. Kendimizi o zamanda gibi düşünürsek durumu daha iyi algılayabiliriz. Yüzyıllardır atalarının sapkın inançlarına, putlara inanan bir toplum içinde ilahî mesajı açıkladığınız ilk günden sonra hemen cami inşa etmek olanaksız bir durumdur. Elbette ki gerekli şartlar yerine geldiğinde ilk yapılan şey bir cami inşa etmek olmuştu. Sormak lazım neden evlerde ibadete devam edilmedi? Neden cami inşa edildi? Neden ezan okundu? Ezanda neden “haydi namaza, haydi kurtuluşa” diye nida edildi? Mektebimizin namaza ne derece önem verdiğini ezandaki bu kısımdan anlamakta mümkündür.
Kırklar cemi meselesine ise ayrıca girmek istemiyorum. Zaten bu konuda ortaya konulmuş çok güzel çalışmalar var. Özellikle Teoman ŞAHİN’in eleştirilerinin dikkate alınması gerektiği kanaatindeyim. İsteyenler bu eleştirilere bakıp durumun ciddiyetini görebilir.
Kırklar cemi mitinin hiçbir gerçekliği olmadığı, hikâyenin içeriği incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Yezit’in içkisi olan şarabı helal etme çabası olarak ifade edebileceğimiz Kırklar Cemi miti, hiçbir Ehl-i Beyt kaynağında yoktur, masumların hiçbir hadisinde böyle bir şeyden bahsedilmemektedir. Biz de Alevi olduğumuza ve Ehl-i Beyt (as)’e uyduğumuza göre, onlardan gelmeyen hiçbir düşünce, inanç bizi ilgilendirmemektedir. Yani kırklar cemi masalının bizim için inanç bakımından hiçbir geçerliliği yoktur.
Kuran’da namaz olmadığını iddia edenlere de daha önce çok yerde cevap vermiştik. Kuran’da salât vardır. Bu doğrudur. Namaz sözcüğü ise Farsça bir sözcüktür. Ancak salât (namaz) sadece duadan ibaret bir ibadet değildir. İkisi de Arapça olan bu sözcükler arasında büyük anlam farklılıkları vardır. Salât duayı da içine alan bir ibadettir. Ama sadece dua ve yakarış değil; belli vakitleri, kuralları, şekli olan bir ibadettir. Bu ikisinin farklı kavramlar olduğunu Kuran’dan ispat etmek de mümkündür. Çünkü birbirinin aynı olduğunu iddia ettikleri “salât” ve “dua” kavramları birbiriyle ilgili peş peşe gelen iki ayet içinde ayrı ayrı kullanılmaktadır. Bu da bu iki kavramın farklı anlamlar içerdiğini göstermektedir.
Al-i İmran Suresi38–39. ayetler:
38- Zekeriyya, orada Rabbine dua etmiş, yâ Rabbi demişti, sen katından tertemiz bir soy ver bana, muhakkak ki duaları duyansın sen.
39- Mihrapta durmuş, namaz kılıyordu ki melekler, gerçekten de Allah, sana Yahya’yı müjdelemededir. O, Tanrıdan gelen sözü tasdik eden bir erdir, uludur, kötülüklerden tamamıyla çekinmiştir, iyilerden ve doğrulardan bir peygamberdir o diye nida etmişti.
Ayrıca Kuran’da abdest ayetinde “namaza duracağınız vakit…” diye başlandığı onun her zaman her yerde kafana göre yapılan bir ibadet olmadığını belli kuralları, vakti ve şekli olan düzenli bir ibadet olduğunu göstermektedir.
Yine Kuran’da namazla ilgili birçok ayet vardır:
“Namazı kıldıktan başka, Allah’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, iman edenlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.” (Nisa suresi 103) Ayetin manası incelendiğinde namazın salât konusunda kafa karıştırmak isteyenlerin iddia ettiği gibi şeklinin olmadığı, istenildiği gibi yapılabileceği düşüncesinin içi boş bir söz olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü “namazı kıldıktan başka” ifadesi buna işaret etmektedir. Dikkat edilecek olursa ayette “Allah’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de salât edin denmiyor, anın deniliyor.” Bu da namazın yani salâtın özel bir ibadet olduğunun ispatı olarak gösterilebilir. Namazın kısımları olan rükû, kıyam ve secde ile ilgili olarak da Kuran’dan deliller bulmak mümkündür. Ayrıca “Bakara 238” ayeti de namazın vakitli olduğuna bir işarettir: “Namazlara ve orta namaza devam edin; gönülden boyun eğerek Allah için namaza” durun.” Ayrıca “Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerde namaz kıl. Güzellikler kötülükleri silip süpürür. İşte bu, Allah’ı ananlara bir öğüttür.” (Hud Suresi 114) ayeti de namazın vakitli olduğuna işarettir. Bundan başka namazın vaktiyle ilgili ayetler de mevcuttur. Ben yazının fazla uzamaması için daha fazlasına değinmiyorum.
Üstelik ibadette şekilcilik olmadığını iddia edenlerin alternatif olarak sundukları kültürel sentez olan semahta namazdan çok fazla şekilcilik vardır. Bu tezat ise gerçekten düşündürücüdür. Peygamberin emaneti Kuran’da ve Ehl-i Beyt’in yaşantısında, sözlerinde namazla ilgili onlarca delil varken, üstelik semahla, cemeviyle ilgili tek bir delil yokken hâlâ Aleviliği yozlaştırmak için bu kadar temelsiz, çarpıtma düşünceleri savunanlara inanmak gerçekten de insanımızın ne kadar cehalet içinde olduğunun bir göstergesi değil midir?
Sözün özü, Aleviler namaz kılmalıdırlar, Ramazan orucunu tutmalıdırlar, camiye gitmelidirler. Bunları yapmamanın hiçbir bahanesi yoktur. (Ancak bu ibadetlerin Ehl-i Beyt fıkhına, öğretisine göre yapılması gerektiğini de vurgulamak gerekir.) Ortaya sunulan gerekçelerin geçerli olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Aleviliği Ehl-i Beyt (as)’ten koparma çabalarına karşı bir Alevinin yapabileceği en güzel şey, 12 İmamları tanımaya çalışmak, onların gerçek yaşantısının, düşüncelerinin, inançlarının ne olduğunu öğrenmek ve bunları -tüm Alevilerin bu yozlaştırma oyunlarına karşı uyanması için- her yerde anlatmaktır. Bu uyanış ve öze dönüş süreci uzun ve zahmetli de olsa devam edecek, Alevi halkı gerçek kimliğine ve bu kimliğin gerektirdiği düşünce, inanç ve yaşam tarzına kavuşacaktır. Hiç kimsenin düşüncesini, ibadetini, inancını değil, Ehl-i Beyt (as)’in öğretilerini savunmadıkça, yaşamaya çalışmadıkça asla ve asla gerçek Alevi olamayacağımızın bilincinde olmamız ve bu değerli mücadelenin meyvelerini tez zamanda toplayacağımız günün, Zamanın Sahibi’nin âlemi felaha erdireceği kutlu zuhur gününün çabucak gelmesi temennisiyle…
Özcan CANPOLAT
Özcan CANPOLAT
Latest posts by Özcan CANPOLAT (see all)
- Parolamız! - 06 Kasım 2012
- Dersim Katliamları: Alevi mi, Bektaşi mi? - 06 Şubat 2012
- Gariban - 26 Mayıs 2011
- Alevilik-Namaz-Cami - 21 Şubat 2011
- Açık Çağrı - 23 Ağustos 2010
selam…
yüreğinize sağlık…çok anlamlı bir yazı olmuş…akıl sağlığı yerinde olan bir insanın kendine şu soruyu sormakla günümüz Aleviliği sorgulayabilir çünkü bende bu soruyla başladı sorgulama…madem çok sevdiğimiz hemde canımızdan çok sevdiğimiz Hz Ali (a.s.) camide namazda iken şehit oluyorsa benim namazı terketmem Hz. Ali(a.s) ve 12 İmamlara ihanettir.. (Allahın Rahmeti Onların üzerine olsun)Onların yolunu sürmem ise bağlı kalmamdır ve sevmemdir…
Hz Ali’yi canından çok sevdiğini söyleyen Hatice Hanım sen Hz Ali’yi Canından çok sevenleri yargılayacağına Hz Ali’yi ibadet ederken sırtından hançerletenleri sorgula. Dolarları yatak odasına bizim dolduğumuzu söylediğiniz gibi Hz Ali’yi de bizim hançerlediğimizi söylerseniz şaşmam.
Ne ilgisi var? Bu nasıl bir yorumdur?
Aleviliği değil Aleviyim diyeyek bektaşiliği yada özünü tam anlamıyla bilmeyenleri ,yada kabullenmeyenleri sorgulamak lazım.Araştırın arkadaşlar okuyun birbirine zıt inanç kitapları da okuyun ve en doğrusuna uyun..Aklınız size en doğru yolu gösterecektir. Şimdi buruda HZ ALİ (as )Efendimizin şu sözü üzerinde düşünün Hak kın yolu kişilerle tanınmaz Hakkı tanı Hakka uyanları da tanırsın….Selamlar