Alevilikte Allah’ın Adaleti
ADL, Allah(cc)’ın adil olduğuna herşeyi yerli yerince yarattığına inanmak demektir. Adalet geniş anlamda “HERŞEYİ YERİNDE, KARARINDA YARATMAYI (yapmayı)” ifade ederken aynı zamanda bütün yaratılmışlarıda kapsayan geniş bir muhtevaya sahiptir. Allah(cc) alemleri yaratırken, düzenlerken yada tanzim ederken yaratılanlar arasına öyle kanunlar koymuştur ki, yaratılmışların hiçbiri diğirine engel olamaz.
Allah(cc) lütuf sahibi olduğu için kainatı hep hayırla donatmış olup hiçbir zaman ŞERRİ yani kötülüğü dilemez. İradesinde zulüm olamaz. Allah(cc) zalimleri, zulmü ve fesadı sevmez. Hayıla şerri birbirinden ayırmış ve hak yolunu insanlara göstermiştir.
ZULÜM, temel anlamda bir HAKKIN GASBEDİLMESİ sonucunda doğmaktadır ve kaynakları da; CAHİLLİK, ACİZLİK, GÜÇSÜZLÜK, BENCİLLİK, İNTİKAM gibi duygulardır. Oysa bu duygularla LÜTUF VE KEREM sahibi olan Allah(cc)’ı suçlayamayız. O’nun Kemali sonsuz ve Lütfuda Hudutsuz ve sınırsızdar. Bu yüzden de Allah(cc)’tan lütuf ve kemalden başka birşeyde kaynaklanamaz. Allah(cc)’ın bir canlıya Zulmünden bahsedebilmek için o canlının Allah(cc)’a karşı ileri sürebileceği bir HAKK’ının olması gerekir. Oysa Allah(cc)’a karşı ileri sürebileceğimiz hiçbir hakkımız olmadığına görede Allah(cc)’ı bizim hakkımızı gasbettiği mantığıyla yani zulümlede suçlayamayız. Allah(cc) ile yaratılmışlar arasındaki ilişki LÜTUF ilişkisidir ve tek taraflıdır. Birkaç ayeti örnek vermek gerekiyor: “ALLAH(cc), İNSANLARA ZULMETMEZ, FAKAT İNSANLAR KENDİ NEFİSLERİNE ZULM EDERLER.”(Yunus S. 44.Ayet)
“ALLAH(cc), ZERRE KADAR DAHİ ZULMETMEZ”(Nisa S. 40.Ayet)
“ALLAH(cc), ADALETİ, İHSANI VE YAKIN AKRABAYA YARDIM ETMEYİ EMREDER. FESAT MÜNKER(KÖTÜLÜK) VE ZULÜMDEN NEHYEDER.”(Nahl S. 90.Ayet)
Allah’ın teklifleri her zaman kullarının faydasına olup hiçbir zaman kullarının güçlerinin üstünde de değildir. Zerre miktarınca hayır yapanda erre miktarınca şer işleyende karşılığını görecektir. Hiçbir yaratılmış BOŞUBOŞUNA VE MANASIZ YARATILMAMIŞTIR. Allah(cc) aklı lütfederek yaratmış insana vermiş ve sorumlu tutmuştur. Herkes aklı miktarınca sorumlu olup akıl yoluyla Allah(cc)’ın tekliflerini, doğru yolunu bulacaktır, bulması gerekmektedir.
ADALET, genel anlamda YERLİ YERİNE KOYMASI ifade ederken, ÖZEL anlamda ise BİR HAKKIN KARŞILIĞININ OLMASI DURUMUNU ifade eder. Ancak hemen söylemek gerekir ki Adalet ile Eşitlik çoğu zaman birbiriyle karıştırılmaktadır. Oysa eşit davranmak adil olmak anlamına her zaman gelmez. Önemli olan adaletle davranmaktır. Örneğin aynı sınıfta okuyan tüm öğrencilere eşit not vermek yada zor veya kolay işi yapan bütün işçilere aynı ücreti vermek eşit olsa bile adil olmayacaktır.
Kısaca adalet, “HERKESİN HAKKININ GÖZETİLMESİ VE NEDENSİZ AYRIMLARIN YAPILMAMASI DEMEKTİR.” Herşeyi yerli yerine eksiksiz olarak koymak demektir. Eşitlik ve Adalete uymak herkesin ortak haklara sahip olduğu durumlarda sözkonusudur ve ortak hakların sözkonusu olmadığı durumlarda ise eşit davranmak gerekli olmayıp, ayrım yapmakta zulüm sayılmaz.
Kaldıki Allah(cc) hiçkimseyi yaratmamış olsaydı dahi herhangi bir zulüm yapmış sayılamazdı. Herşeyi lütuf olarak karşılıksız verdiğinden dolayı, Allah’ın cömertliğinin sözkonusu olduğu yaratılış olayında bu cömertliğin yapılmamış olması zulüm olamaz. Çünkü herhangi bir hak gası yoktur, Allah’a karşı ileri sürülebilecek bir hak yoktur.
Şerleride Allah(cc) yaratmıştır diyemeyiz. Çünkü; yüce Allah’ın zulümden münezzeh olduğunu biliyoruz. “RABBİN HİÇ KİMSEYE ZULMEZMEZ.”(Kehf-49) Adaletinin gereği olarak da “KİMSEYE GÜCÜNÜN ÜSTÜNDE YÜKÜMLÜLÜK VERMEZ.”(Bakara-286)
Allah(cc) insanların yararına olan şeyleri emreder, zararına olanlardan nehyeder.
“KİM İYİ BİR İŞİ YAPARSA KENDİSİNE YAPMIŞTIR.
KİM DE KÖTÜ BİR İŞ YAPARSA KENDİSİNE YAPMIŞTIR.
RABBİN KULLARINA ZULMEDECEK DEĞİLDİR.” (Fussilet-46)
Allah(cc) kötülüğü istiyor yada yaratmıştır denilirse bu durum islamın genel bünyesiyle çelişir ÇÜNKÜ ALLAH BİZZAT ADALETİ İSTEMEKTEDİR. Adaleti isteyen yaratıcıyı, zulmünde yaratıcısı sayarsak, Allah anlayışını gerektiği gibi kavrayamamışız demektir, yada o anlama gelir. Allah’ın kötülüğü yani şerri istemesi KUR’AN’A AYKARIDIR. Bu ise Allah’ın şanından uzaktır. Bu durumda Allah kötülüğü BİLMEDEN yapıyor anlamı çıkar ki, bu Allah inancının yetersizliği yada zayıflığı demektir.
Bir başka düşünceyle de Allah(cc) kötülüğü MECBURİYETTEN yapıyor anlamı doğarki bu da Allah anlayışına ters bir düşüncedir. Çünkü Allah’ın iradesinin ortağı yoktur. Dolayısıyla zorlanma yada mecburiyetde sözkdonusu olamaz. Bir başka düşüncede eğer Allah’ın kötülüğü bile bile mecburda olmadığı halde yaptığını düşünürseniz buda HEM BOŞ BİR İŞ YAPIYOR ve hemde zulmediyor anlamına gelirki bu düşüncede Allah’tan uzaktır, münezzehtir. Bizatihi Kur’an’a ve İslama aykırıdır. Allah bu ve benzeri tüm noksanlıklardan münezzehtir.
İmam Cafer-i Sadık(as) buyuruyor ki:
“BİR KİŞİYİ İSYANDA BULUNUYOR GÖRÜRSÜN, ONA O İŞİ YAPMAMASINI SÖYLERSİN, FAKAT SENİ DİNLEMEZ VE SENDE BIRAKIRSIN O SUÇU İŞLER. BU TAKDİRDE ONA, O SUÇU YAPMAYI EMRETMİŞ OLMAZSIN YA…”
Ne yazıkki dinini parayla satan din adamları, saltanatcıları ve zalimleri kurtarabilmek için kötülüklerinde Allah(cc)’tan olduğunu dine sokmuşlar ve zalimlerin eylemlerini temize çıkarmaya çalışmışlardır.
Önemli olması bakımından tekrarlamak gerekiyor, ALLAH HER TÜRLÜ KÖTÜLÜKTEN UZAKTIR. Zulümden sözedebilmek için bir HAK’ın varlığından ve bunun ihlalinden sözetmek gerekir. İnsanoğlunun Allah(cc)’a karşı ileri sürebileceği hiçbir HAK’ı yoktur. Herşey Allah(cc)’ın tek taraflı lütfuyla meydana gelmiştir. KÖTÜLÜKLERİN YANİ ŞERLERİN KAYNAĞI İNSANIN KENDİSİDİR. İleri sürülebilecek bir hak yoksa zulümde yoktur.
ÖRNEĞİN, karanlıklar, IŞIĞIN KESİLMESİ durumunda meydana gelir, GÖLGE, Güneşin ışığının engellenmesidir. Zulümde böyledir. Allah(cc)’ın lütuflarının engellenmesi zulümdür ve bunu yapanda zalimdir. Allah(cc) kainatı hayırla ve lütufla doldurmuştur. Bu hayırların engellenmesi durumunda zulüm meydana gelir, DOLAYISIYLADA ALLAH ŞERRİN YARATICISI DEĞİLDİR, ÇÜNKÜ ŞER YADA KÖTÜLÜKLER YARATILMAMIŞTIR. ONLAR YA YOKTUR YADA YOK ANLAMINDADIR. Şerler bir başka şeyin engellenmesi gasbedilmesi durumlarında o şeye bağlı olarak ortaya çıkan durumlardır.
Allah(cc) bizleri kavanozdaki küçük bir balık olarak yoktan varetseydi, hangi gerekceyle itiraz edebilecektik ve bu durumda hangi HAK’la Allah(cc)’ı zulümle suçlayabilirdik?
Zulmün yada şerlerin kaynaklarını kendilerimizde yada kendi kurduğumuz sistemlerde aramamız gerekiyor. Örneğin küçük bebek ölümlerinde ve trafik kazalarında Avrupa’nın en olumsuz ülkesi durumundayız. Bunun sebebi ALLAH mıdır? Eğer biz karayollarımızı DÖRT ŞERİTLİ yapsak, ehliyeti verirken eğitim ve insan unsuruna önem versek yada sağlık hizmetlerini genişletebilsek teknik imkanları çoğaltabilsek acaba yine aynı sonuçlar olacakmıdır? Aynı şeyler deprem içinde sözkonusudur. Hz.Ali(as)’nin de dediği gibi Tedbir gibi Akıl yoktur. Tedbirimizi almamamız kendi suçumuzdur, zulmümüzdür. Bunu Allah’a, Kadare yüklemek bizim suçumuzdur.
Neden kendi kurduğumuz çarpık düzenlerin suçunu Allah(cc)’a yüklüyoruz? Kendi zulümlerimize neden ortak arıyoruz? Şu noktayıda belirtmek gerekir ki zulüm ne kadar kötü birşeyse zulme razı olmak ve sebep olmakta o kadar kötüdür. Bir diğer sorunda FARKLILIKLARIN izahıyla ilgilidir. Balık, insan ve koyun farklı yaratılmıştır. Bu farklılık nedendir? Farklılık zulüm olmadığına göre felsefesi nedendir?
Kainatdaki her pir parça bir bütünün ifadesidir. Her parça lazımdır. Bir otobüs direksiyonuyla, tekeriyle, şöförüyle birlikte bir bütündür. Herbirinin görevi ve sorumluluğu farklıdır. Doğada lüzumsuz hiçbir parça yoktur. Baharı güzelleştiren kıştır. Her insan Hz.Yusuf gibi olsaydı güzelliğin önemi kalmazdı. Neden bu daha ZEKİ yada ÇEVİK yaratılmış denilemez. Çünkü kimsenin hakkı yenmiyor ki, kimsenin temelde bir HAKKI bulunmuyor ki. Farklılıklar yaratılış amacıyla ilgilidir. Her farklılık, farklı bir amaca hizmet etmektedir.
Aynı soruları soran kişiler niye elma ağacının boyu, kavak ağacından kısadır? Kavağın yada elma ağacının hakkı yenmiş olmuyor mu? diye sormuyor. Niye mandalin tatlıdır da, greyfurt acıdır. Greyfurta haksızlık yapılmış olmuyor mu? diye sormuyor. Bu tip soruların mantığı bulunmuyor. Bu konuların özel bir felsefesi bulunuyor. İnsanlar arasındaki yaratılış farklılıkları sorumlulukları azaltıp çoğalttığı için farklılıkda zulüm olmuyor. Herkese ne verilmişse onun hesabı sorulacağına göre konuyu bu verilecek hesab üzerinde yoğunlaştırmak daha önemli gözüküyor. Herkesin kendisine verilenlere bakıp bunun hesabını nasıl vereceğini düşünmesi ve buna göre tedbir alması gerekiyor.
İnsanoğlu karar verirken çoğu zaman kendi sınırlı görüşlerine göre ve kendi pratik(güncel) çıkarlarına göre hüküm verir. Halbuki karar verirken adil olmak için bütün ilişkileri çok iyi değerlendirmek gerekir.
Oniki İmam yolunda şerlerin yani kötülüklerin düşünülmesi gereken çok önemli yönleri, felsefeleri vardır. Bunlar iyi düşünülmesi gereken felsefi konulardır. Felaket, zulüm yada musibet sayarak Allah(cc)’a isnad ettiğimiz birçok şey ya Allah(cc)’ın tavsiyesinin dışında gerçekleşir yada bunlarda pekçok İLAHİ HİKMETLER gizlidir.
Bir DOLU düştüğünde yada SEL geldiğinde tarlamızın mahfolduğunu, emeklerimizin boşa gittiğini düşünür üzülürüz, bunlara bakarakta bu olayın felaket olduğuna karar veririz. AMA bu olaylarla barajların dolduğunu ve su sıkıntısının ortadan kalkacağını, toprakların ve türlü canlıların su ihtiyacının karşılandığını pek düşünmeyiz.
Evimizi istimlak eden idari kurulşlara kızarız ama bu tür istimlakler olmasa park yeri, yeşil alan, çocuklara bahçe ve okul veya hastahane yapılamacağını pek aklımıza getirmeyiz.
“SİZE ANCAK AZ BİR İLİM VERİLDİ.”(İsra S. 85.Ayet)
İnsanın olğunlaşması yada tekamüle ulaşabilmesi için bazı bela ve zorluklarla karşı karşıya kalmasıda gerekmektedir. İnsanın acı ve belalar içerisinde olgunlaştığını, insana yapılan bazı zulümlerin onu uyardığına tanık olabiliyoruz. Bazen de tersine başına hiçbir zulüm ve acı gelmeyen ve hiçbir hayat zorluğuyla karşılaşmayan insanların ruhen zayıf olduklarını ve ilk darbede yıkıldıklarını görebiliyoruz. “BİLİN Kİ SİZİN HOŞLANMADIĞINIZ BİRŞEYE ALLAH ÇOK HAYIR KOYMUŞ OLABİLİR.”(Nisa S.19.Ayet)
Kainatın temel ilkesinde HAREKET olup, herşey doğal akışında MUTLAK KEMALE doğru gitmektedir. Tabiattaki her türlü iniş çıkışın yada farklılığın özel anlamları bulunmaktadır. Herbir farklılık felsefi anlamlar içermektedir. Hastalık sağlıklı olmanın lezzetini, açlık tok olmanın şükrünü, musibetler mutluluğun varlığını göstermektedir. Kış mevsimi olmasa bugün baharı bu şekilde sevmezdik. Hergün bahar günü olsaydı bir müddet sonra kimse bu mevsimin tadını alamazdı. Hayatın değişimlerden ve farklılıklardan soyutlanmış anlamı bulunamaz ve tüm bu farklılıkların ve değişimlerinde ÖZEL FELSEFİ ANLAMLARI vardır.
Mevlananın, “MESNEVİ”’sinde bu konuyla ilgili çok anlamlı bir sözünü hatırlatıyoruz; “YAYIN EĞRİLİĞİ DOĞRULUĞUN TA KENDİSİDİR.”
Anlatmaya çalıştığımız, HAYIRLARI ALLAH’IN YARATTIĞI, kötülüklerin yaratıcısının ise Allah(cc) olamayacağıdır. Kötülüklerin kaynağının insanlar ve onların kurdukları zulüm sistemleri olduğunu bilmeyen insanlar bunları Allah(cc)’a nisbet ederek işin içinden çıkmaya çalışıyorlar ve sonuçta da KERBELA olayında olduğu gibi KADER DİYEREK; YEZİD VE ORDUSUNU VE HZ.HÜSEYİN(AS)’İN VEFASIZ DOSTLARINI KURTARMAYA ÇALIŞIYORLAR.
Eğer Allah(cc) kötülükleri yaratmış olsaydı, zulmetmiş olsaydı, zulme ortaklık yapmış olsaydı, ZALİMLERE ZULMETMEYİN, MAZLUMLARA DA ZULME RAZI OLMAYIN denmezdi. Böyle olsaydı belli durumlarda CİHAD farz olmazdı. Bütün bu durumlar TAVŞANA KAÇ TAZIYA TUT demek anlamına gelirdi ki, buda bizim inandığımız islam mantığıyla çelişirdi. Zaten bu tür bir mantık herşeyin OYUN havasına sokardı oysa bu “BİZ OYUN OLSUN DİYE YARATMADIK” felsefesine aykırı düşendi. İnsanlar mutlak tekamüle ulaşabilsinler diye İYİ ve HÜR olarak yaratılmışlardır.
Allah-u Teala’nın kemale ait sıfatlardan biri de adlidir.(adaletli olmasıdır) Allah-u Teala’nın adil olduğuna, zalim bulunmadığına inanırız. Kazasında cevretmez; hükmüne hayıflanmaz. İtaat edenlere sevab verir, isyan edenleri cezalandırır. Kullarına, güçlerinden fazla bir teklifde bulunmaz; onlara hak ettikleri cezadan fazla da ceza vermez. Çünkü inanırız ki Allah(cc), herhangi bir vesile ile güzeli, iyiyi terk edip kötü işi işlemez; çünkü Allah(cc), güzelin, güzel ve iyi oluşu, çirkin ve kötünün çirkin ve kötü oluşunu bilir. Bu bilgisiyle de güzel ve iyi işi yapmaya, kötüyü terk etmeye gücü yeter. İyiyi işlemekle bir ziyana düşmez ki onu terke muhtaç olsun, nitekim kötüyü de işlemeye bir ihtiyacı yoktur. Bütün bunlarla beraber O, Hüküm ve Hikmet sahibidir; işlediği şey, hikmete uygundur; en mükemmel düzene göredir.
Zulmü ve kötüyü işleseydi, -ki şanı bundan yücedir-, iş, dört şekle dönerdi:
1) O işi, haşa, bilmiyor, kötü olduğunu bilmediğinden yapıyor;
2) Kötü olduğunu biliyor, fakat yapmaya mecbur; terketmeye gücü yetmiyor;
3) Kötü olduğunu bilmekte, onu yapmaya mecbur da değil, ama yapmaya muhtaç;
4) Kötülüğünü biliyor; yapmaya mecbur değil, ihtiyacı da yok; fakat abes olduğundan yapıyor ve bununla, haşa, kendini tatmin ediyor.
Bu mülahazaların hepsi de, mahz-ı kemal olan Allah-u Teala’ya noksan iras eder; bu yüzden de O’nun zulümden, kötü ve abes iş işlemekten münezzeh olduğuna inanmamız vacibdir.(farz’dır)
Ama müslümanların bazıları, haşa, Allah-u Teala’nın kötü iş yapmasını, itaat edenleri cezalandırmasını, hatta asileri, kafirleri cennete sokmasını caiz bilmekteler; onlarca kullara, güçlerinin yetmeyeceği işleri de, dilerse, emredeceğine, bunları terk edenleri cezalandıracağına, kendisinden zulüm ve cevir gibi şeylerin sudur edebileceğine, hikmete, maslahata uymayan, faydası bulunmayan işi yapabileceğine, “Yaptığından sorulmaz; onlardır sorumlu olanlar.” (Enbiya-23) Ayet-kerimesini delil getirerek inanmaktalar. Oysa ki Allah-u Teala’nın şanı, bütün bunlardan yücedir ve Kur’an’ın muhkem ayetlerinde,
“Ve Allah, kullarına zulmü irade etmez.”(Gaafir-31)
“Ve Allah, fesadı sevmez.”(Bakara-205)
“Ve biz, gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık.” (Duhan-38) ve
“Biz cinni ve insanları, ancak kulluk etsinler diye yarattık.”(Zariyat-56) buyurarak zulümden, bozgundan münezzeh bulunduğunu, boş, abes bir şey yapmayacağını beyan buyurmaktadır. “…Tenzih ederiz seni, bunu boş yere yaratmadın.”(Al-i İmran-191)
Allah-u Teala’nın kullarına delil ve huccet ikaame ettikten sonra ve ancak güçleri kadar teklifte bulunduğuna, güçleri yetmeyen, bilgileri kavramayan şey’i teklif etmediğine inanmaktayız; çünkü acize, inadına öğrenmeyene değil de bilmeyene, anlamayana teklifte bulunmak, zulme ait işlerden sayılır. Aynı zamanda, hükümleri, teklifleri öğrenebileceği halde öğrenmeyen cahilin de Allah(cc) katında sorumlu olduğuna, bu taksiri yüzünden cezalanacağına inanıyoruz. Çünkü aklı başında ve hür insana, şer’i hükümlerden ihtiyacı olanaları öğrenmek vacibtir.
Allah(cc)’ın, düzene kavuşmaları, hayırlara ulaşmaları, daimi kutluluğa ermeleri için kullarını doğru yola irşad buyurduğuna, şer’i hükümleri buna göre teklif ettiğine, onları, kendilerine zarar verecek, bozguna uğratacak, sonlarını kötü kılacak şeylerden nehy ettiğine de inanıyoruz; itaat etmeyeceklerini bilse bile emir ve nehiylerini onlara iblağ buyurmuştur; çünkü bu kullarına lütufdur, rahmettir. Kullar, işledikleri şeylerin çoğunu bilmezler, dünyadaki ve ahiretteki hayır yollarını, tam olarak tasarlayamazlar; kendilerini zarara, mahrumiyete uğratacak şeylerin çoğundan gaflet edebilirler. Zatı itibariyle Rahman ve Rahim olan Allah-u Teala’nın bu lütfu, bu rahmeti, mutlak kemalinin icabıdır ve zatından ayrılmaz; kullar O’na itaat etmemekte, emirlerine, nehiylerine uymamakta ayak direseler, ısrar etseler bile bu lütfu rahmeti onlardan esirgemez.
Konuya bazı ayetlerle son veriyoruz. Ayetlerin birlikte düşünülmeleri gerekiyor:
“ALLAH İNSANLARA ZULMETMEZ FAKAT İNSANLAR KENDİLERİNE ZULMEDİYORLAR.”(Yunus S. 44.Ayet)
“ALLAH DİLEDİĞİNİ SAPTIRIR VE DİLEDİĞİNİDE DOĞRU YOLA ERİŞTİRİR. GÜÇLÜ OLAN HAKİM OLAN O’DUR.”(İbrahim S. 4. Ayet)
“ALLAH ZALİMLERİ SAPTIRIR VE ALLAH DİLEDİĞİNİ YAPAR.” (İbrahim S. 27.Ayet)
“İŞTE ALLAH AŞIRI GİDEN ŞÜPHECİ KİMSELERİ BÖYLE SAPTIRIR.” (Gaşiye S. 34.Ayet)
“AMA BİZ(İM UĞRUMUZ) DA CİHAD EDENLERİ BİZ ELBETDE YOLLARIMIZA İLETİRİZ. MUHAKKAK Kİ, ALLAH İYİLİK EDENLERLE BERABERDİR.”(Ankebut S. 69.Ayet)
Allah(cc) adaletinde zalimlere yer yoktur. Çünkü adalet anlayışında zulüm yoktur. Herkese hakkını verme prensibi vardır. Allah(cc)’ın lütfu dünya yaşamında hem inananlara ve hemde inkar edenleredir, ANCAK AHİRETTE İSE bu lütuf sadece inananlara olacaktır. BİZLERE ADALETSİZMİŞ GİBİ GELEN BİR DURUMDA BELKİDE ALLAH O ZALİME YADA ZALİMLERE MÜHLET VERMİŞ OLABİLİR.
Çoğu insan dünyadaki zulümlere bakarak zalimlerin hemen cezalandırılmasını ister. Allah(cc)’ı bu zulümlerden habersiz sanır. OYSA şöyle buyruluyor;
“Allah’ı zalimlerin yaptıklarından gafil sanma sakın, ancak onların cezasını, gözlerin dikilip kalacağı güne tehir etmede, O gün başları göğe çevrilmiş koşup dururlar, göz çevirip kendilerine bile bakmazlar ve yürekleri bomboştur.”(İbrahim S. 42-43. Ayet)
Sevdiğimiz bir nükte var; “KÖR GÖRMÜYORSA, GÜNEŞİN NE SUÇU VAR?”
Yüce Allah’ın zulümden münezzeh, mutlak adil olduğuna inanıyoruz. “Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”(Kehf-49) Zalimleri de sevmez. Adlinin gereği olarak da “Kimseye gücünün üstünde yükümlülük vermez.”(Bakara-286) İnsanlara ancak yararlarına olan şeyleri emreder, zararlarına olan şeylerden nehyeder. “Kim iyi bir işi yaparsa kendisine yapmıştır. Kim de kötü bir iş yaparsa kendisine yapmıştır. Rabbin kullarına zulmedecek değildir.”(Fussilet-46)
Bir şeyler söyleyip delil olarak ayet koymuşsunuz bir kere ayetleri yazan insanlardır gidin siyer öğrenin. Bu ne garip bi saçma bir düşünce şekli? Akıl yazdığınız herşeyi reddediyor. Bu şeyleri yazan kendi yazdıklarına inanıyormu acaba! İnsanın Allah’a karşı hakkı yoksa insanın nesi varki güneşi görememekten insanı sorumlu tutmuşsunuz, san ki insan kendisini yaratıyor . Hayret ya hu!